İklim kriziyle mücadele denildiğinde aklımıza genellikle devasa rüzgar türbinleri, elektrikli arabalar veya uluslararası zirvelerde imzalanan protokoller geliyor. Birey olarak kendimizi bu büyük resmin içinde çoğu zaman çaresiz ve etkisiz hissediyoruz. Ancak bilim dünyasından gelen son veriler, en güçlü silahımızın aslında mutfağımızda, tabaklarımızda ve hatta market alışverişi listemizde saklı olduğunu kanıtlıyor. Akşam yemeğinde tabağınıza koyduğunuz yemeği değiştirmek, atmosferin kaderini değiştirebilir mi?

Bilim insanları bu soruya net bir “evet” yanıtı veriyor. Artık mesele sadece “sağlıklı beslenmek” değil, aynı zamanda “dünyayı beslemek”. Peki, gıda tercihlerimizdeki radikal veya kısmi değişiklikler, ısınan gezegenimiz için ne ifade ediyor? Türkiye gibi mutfak kültürü ete dayalı ancak aynı zamanda zengin bir bitkisel mirasa sahip bir ülke için bu dönüşüm ne anlama geliyor? Yapılan son araştırmalar, beslenme çantamızın karbon ayak izini yarı yarıya azaltmanın formülünü masaya koyuyor.
Akdeniz diyetinden veganlığa: Dört haftalık bilimsel takip
Frontiers in Nutrition dergisinde yayımlanan kapsamlı bir rapor, beslenme alışkanlıkları ile çevresel tahribat arasındaki doğrudan ilişkiyi çarpıcı rakamlarla ortaya koydu. Araştırmacılar, bu ilişkiyi ölçmek için dört farklı beslenme tipini laboratuvar ortamında değil, gerçek hayat simülasyonlarıyla karşılaştırdı.

Çalışmada, genellikle sağlıklı beslenmenin altın standardı olarak kabul edilen “Hepçil Akdeniz Diyeti” (et, sebze, meyve içeren karma beslenme), balık ve deniz ürünleri ağırlıklı “Pesketaryen Diyet”, etin olmadığı ancak süt ve yumurtanın tüketildiği “Ovo-Lakto Vejetaryen Diyet” ve hiçbir hayvansal ürünün yer almadığı “Vegan Diyet” mercek altına alındı. Bilim insanları, her grup için kahvaltı, ara öğün, öğle ve akşam yemeğini içeren dört haftalık detaylı menüler hazırlayarak, bu menülerin tarladan çatala kadar olan çevresel maliyetini hesapladı.
Tavsiye Edilen Haberler
-
-
İklim DeğişikliğiBM: Sıcaklığa bağlı ölüm oranı, 1990’lardan bu yana yüzde 63 arttı -
-
Karbon ayak izinde yüzde 46’lık dramatik düşüş
Elde edilen sonuçlar, iklim mücadelesinde bireysel tercihlerin gücünü kanıtlar nitelikteydi. Araştırmaya göre, gıdaların yetiştirilme, işlenme ve taşınma süreçleri (toplam sera gazı emisyonları) hesaba katıldığında, vegan beslenmeye geçiş karbon ayak izini neredeyse yarı yarıya azaltıyor.
İstatistikler durumu net bir şekilde özetliyor:
- Hepçil (Karma) Beslenme: Günlük 3,8 kg (8,37 lbs) sera gazı emisyonu.
- Pesketaryen Beslenme: Günlük 3,2 kg (7,05 lbs) sera gazı emisyonu.
- Vejetaryen Beslenme: Günlük 2,6 kg (5,73 lbs) sera gazı emisyonu.
- Vegan Beslenme: Günlük 2,1 kg (4,6 lbs) sera gazı emisyonu.
Bu veriler, et içeren bir beslenme düzeninden tamamen bitkisel bir beslenmeye geçişin, emisyonlarda %46’lık bir azalma sağladığını gösteriyor. Et ve süt endüstrisinin küresel emisyonların yaklaşık %12-19’unu oluşturduğu ve gıda sektörü kaynaklı emisyonların %60’ının tek başına et üretiminden kaynaklandığı düşünüldüğünde, bu düşüşün küresel ölçekteki etkisi muazzam boyutlara ulaşıyor.

Su ve toprak kullanımında tasarruf savaşı
Çalışma sadece havaya salınan gazlara odaklanmadı, aynı zamanda gezegenin en kıt kaynakları olan su ve toprak kullanımını da inceledi. Hayvancılık, hayvanların otlatılması ve yem bitkilerinin yetiştirilmesi için çok geniş arazilere ihtiyaç duyar. Araştırma sonuçlarına göre vegan beslenme, hepçil beslenmeye kıyasla üretim sürecinde %33 daha az arazi kullanıyor.
Benzer şekilde, su ayak izi de önemli ölçüde düşüyor. Bitkisel üretim, hayvansal proteine kıyasla çok daha az suya ihtiyaç duyar. Çalışma, vegan beslenmenin su kullanımında %7’lik bir tasarruf sağladığını ortaya koydu. Su stresinin giderek arttığı bir dünyada, bu oranlar hayati önem taşıyor.
Besin değeri tartışmaları: Lif zengini ama takviye şart
Raporun en dikkat çekici yönlerinden biri, “Vegan beslenenler yeterli besin alamaz” mitini çürütmesi oldu. Araştırmacılar, hazırladıkları menülerin enerji ve besin katkılarını özel formüllerle hesapladı. Sonuç olarak; pesketaryen, vejetaryen ve vegan diyetlerin tamamının, gerekli beslenme standartlarını karşıladığı görüldü.
Hatta vegan menüler, diğer üç diyet türüne göre vücuda önemli ölçüde daha fazla lif sağlıyor. Lifli beslenme; diyabetin önlenmesi, kolesterolün düşürülmesi ve sindirim sistemi sağlığı için kritik öneme sahip. Ancak uzmanlar dürüst bir uyarıda da bulunuyor: Tamamen bitkisel beslenen bireylerin, hayvansal gıdalardan doğal olarak alınan D vitamini, İyot ve B12 vitamini konusunda dikkatli olmaları ve gerekirse takviye almaları gerekiyor.

“Ya hep ya hiç” değil: Esnek geçiş mümkün
Çalışmanın yazarlarından Noelia M. Rodríguez Martín’in vurguladığı gibi, fark yaratmak için bir gecede “tam vegan” olmaya gerek yok. Rapor, beslenme alışkanlıklarında yapılan her küçük değişikliğin istatistiksel olarak anlamlı bir çevresel fayda sağladığını kanıtladı.
Örneğin; kırmızı eti balıkla değiştirmek, ardından haftanın birkaç günü baklagillere ağırlık vermek veya süt ürünlerini bitkisel alternatiflerle ikame etmek, karbon ayak izini kademeli olarak düşürüyor. Bu bulgu, “Fleksitaryen” (esnek bitkisel ağırlıklı beslenme) yaklaşımının da gezegen için son derece değerli olduğunu gösteriyor. Bilim insanları, inek sütü yerine soya sütü, tavuk yerine dokulu soya proteini veya seitan kullanmanın basit ama etkili başlangıç noktaları olduğunu belirtiyor.
Türkiye’nin su stresi ve mutfak kültürü paradoksu
Bu küresel veriler, Türkiye için özel bir anlam ifade ediyor. Türkiye, bir yandan kebap ve et yemeklerinin baskın olduğu bir mutfak kültürüne sahipken, diğer yandan dünyanın en zengin “zeytinyağlılar” ve bakliyat geleneğine ev sahipliği yapıyor.
İklim değişikliğinin etkilerini en sert hisseden Akdeniz Havzası’nda yer alan Türkiye, giderek “su fakiri” olma yolunda ilerleyen bir ülke. Tarımsal sulamanın su kaynaklarının büyük bir kısmını tükettiği ülkemizde, daha az su ve toprak gerektiren bitkisel üretime yönelmek, ulusal su güvenliği açısından stratejik bir önem taşıyor.
Ayrıca ekonomik boyutuyla da dikkat çekici. Türkiye’de son yıllarda artan kırmızı et fiyatları, bitkisel protein kaynaklarına (mercimek, nohut, kuru fasulye) yönelimi zorunlu bir tercih haline getiriyor. Bu araştırma, ekonomik nedenlerle yapılan bu zorunlu geçişin, aslında ülkenin ekolojik geleceği için de “gizli bir fayda” sağladığını gösteriyor. Türk mutfağının geleneksel zeytinyağlı taze fasulyesi, mercimek köftesi veya nohut yemeği, aslında modern dünyanın aradığı “düşük karbonlu” çözümün ta kendisi olabilir.
Tabağımızdaki güç
Frontiers in Nutrition dergisindeki bu araştırma, iklim eylemini hükümetlerin ve dev şirketlerin tekelinden çıkarıp bireyin inisiyatifine veriyor. Günde üç öğün yemek yiyen bir insan için bu, günde üç kez gezegen için oy kullanmak anlamına geliyor. Yüzde 46’lık bir emisyon düşüşü, hiçbir teknolojik aletin bireysel kullanımda tek başına sağlayamayacağı kadar büyük bir oran.
Üstelik bu geçişin “lezzetsiz” veya “sağlıksız” olmak zorunda olmadığı, aksine lif açısından zengin ve kronik hastalıklara karşı koruyucu olduğu gerçeği, değişimi daha cazip kılıyor. Türkiye gibi hem kuraklık riskiyle boğuşan hem de zengin bir bitkisel mutfağa sahip bir ülke için bu rapor, geleneksel reçetelerimize dönmemiz ve et tüketimini “özel günlerle” sınırlı tutan eski Anadolu beslenme alışkanlıklarını hatırlamamız için bilimsel bir çağrı niteliğinde.
Kaynak: Time, Frontiers in Nutrition,

