Jeff Bezos’un kurduğu ve dünyanın en büyük iklim hayırseverlik kuruluşu olarak bilinen Bezos Earth Fund, küresel deniz koruma çabalarına devasa bir katkı sağladı. Kuruluş, Pasifik Okyanusu’nun doğu kıyısında yer alan ve türlerin göç yolları için hayati öneme sahip kıyı ekosistemlerini koruma altına almak amacıyla toplam 24.5 milyon dolarlık bir hibe paketini devreye soktu. Bu finansal destek, Güney Amerika’daki dört ülkeyi kapsayan bir alanda, gezegenin ilk ‘sınır ötesi deniz biyosfer rezervi’nin oluşturulması ve mevcut koruma alanlarının güçlendirilmesi hedefinin temelini oluşturdu. Bu hamle, deniz ekosistemlerinin sürdürülebilirliği için yeni bir uluslararası iş birliği modeline zemin hazırladı.

Bu cömert bağış, sadece Kosta Rika, Panama, Kolombiya ve Ekvador gibi dört kritik ülkenin deniz yaşamını koruma kapasitesini artırmakla kalmadı, aynı zamanda küresel biyoçeşitlilik hedeflerine ulaşma yolunda atılmış somut ve emsal teşkil eden bir adım oldu. Bu gelişme neden önemliydi? Denizler, küresel iklim dengesinin kilit taşı ve insanlık için hayati bir besin kaynağı olduğu için bu alanların korunması kritikti. Bu denli büyük ve uluslararası bir rezervin kurulması, sınırların ötesindeki ekolojik bütünlüğü kabul eden yeni bir koruma modeline işaret etti. Peki bu dünya için ne ifade etti? Bu, 2030 yılına kadar karaların ve okyanusların yüzde 30’unun korunması (’30×30′ hedefi) hedefine ulaşmak için hayırsever sermayenin nasıl hızlı, büyük ölçekli ve stratejik bir şekilde mobilize edilebileceğinin en somut örneği oldu. Türkiye için ne anlama geldi? Türkiye’nin etrafındaki denizlerde (Akdeniz, Karadeniz ve Ege) biyoçeşitliliğin ve göç yollarının baskı altında olduğu düşünüldüğünde, bu sınır ötesi iş birliği modeli, uluslararası deniz koruma anlaşmalarının ve bölgesel iş birliğinin ne kadar kritik olduğunu bir kez daha gösterdi.
Küresel ’30×30′ hedefine Bezos imzası ve finansal taahhüt
Bezos Earth Fund’ın doğa sorumlusu Cristian Samper’ın Reuters’a yaptığı açıklamalarla ortaya çıkan bu fon, kuruluşun 2030 yılına kadar gezegenin kara ve okyanuslarının %30’unu koruma hedefine yönelik taahhüt ettiği 1 milyar dolarlık büyük planın bir parçasını oluşturdu. Bu taahhüt, aynı zamanda on diğer hayır kurumuyla birlikte oluşturulan ve aynı dönemde toplam 5 milyar dolar sağlamayı hedefleyen ‘Gezegenimizi Koruma Mücadelesi’ adlı geniş bir bağışçı koalisyonunun parçasıydı. Bu finansman seferberliği, 2022 yılında Birleşmiş Milletler Biyoçeşitlilik Konferansı’nda (COP15) küresel çapta kabul edilen ’30×30′ hedefine ulaşılması için özel sektör ve hayırseverlik sermayesinin kritik bir rol oynadığını teyit etti. Kuruluş, bugüne kadar toplam 5 milyar dolarlık vaadinin yaklaşık 700 milyon dolarını dağıtmış, daha geniş koalisyon ise 3 milyar dolardan fazlasını projelere aktarmıştı. Bu rakamlar, koruma çabalarının somut finansal destekle hız kazandığını ve taahhütlerin yerine getirildiğini gösterdi.

Pasifik’teki 4 ülkenin hayati göç koridorları
Açıklanan dört ayrı hibe desteği, Kosta Rika, Panama, Kolombiya ve Ekvador’daki yerel toplulukların ve kuruluşların, başta Galapagos Adaları ve Cocos Adası gibi dünyaca ünlü deniz alanlarını da içeren kritik bölgeleri korumalarına yardımcı olmayı amaçladı. Bezos Earth Fund’ın doğa sorumlusu Cristian Samper, bu bölgenin özellikle deniz türlerinin göçü için “inanılmaz derecede önemli bir alan” olduğunu vurguladı. Samper, bölgenin tam olarak korunmasının tek yolunun, bunu ulusal sınırların ötesine geçen “sınır ötesi bir şekilde yapmak” olduğunu belirtti. Uzmanlar bu yaklaşımın, göç yollarına sahip deniz bölgelerinde biyoçeşitliliği korumanın en etkili yolu olduğu konusunda hemfikir oldu. Çünkü göçmen türler siyasi sınırlara göre hareket etmiyordu ve bütünsel bir ekosistem yaklaşımı zorunlu hale geliyordu. Örneğin, bu koridordan geçen büyük deniz kaplumbağaları ve çekiç başlı köpekbalığı sürüleri, farklı ülkelerin yetki alanlarına girip çıkarken korunmasız kalabiliyordu.
Tavsiye Edilen Haberler
-
-
-
-
Köşe YazarlarıNeden karbon depolama iklim krizini çözemez?
Çekiç başlı köpekbalıkları ve deniz kaplumbağaları için güvenli liman

Yeni açıklanan hibelerin en büyüğü olan 13.85 milyon dolarlık önemli kısım, uluslararası bir koruma kuruluşu olan Re:wild’a yönlendirildi. Bu fon, ortaklara çekiç başlı köpekbalıkları, deniz kaplumbağaları ve diğer hassas deniz canlıları için kıyı rezervleri ve üreme alanları oluşturma ve güçlendirme konusunda destek sağlamayı hedefledi. Re:wild’ın bu çalışması, deniz türlerinin yaşam döngülerindeki en savunmasız anlarda (yumurtlama, üreme ve beslenme) korunmalarını sağlamayı amaçladı. Uzmanlar şu noktaya dikkat çekti: Okyanusların tepe yırtıcıları olan köpekbalıklarının ve deniz kaplumbağalarının popülasyonlarının korunması, zincirleme bir reaksiyonla tüm alt ekosistemin sağlıklı kalmasına yardımcı oldu. Bu nedenle bu hibelerin odak noktasının, ekolojik dengeyi koruyan anahtar türler olduğu belirtildi. Bu fonlar sayesinde yerel topluluklar, yasa dışı avlanmaya karşı izleme ve sürdürülebilir balıkçılık yöntemlerine geçiş konularında desteklenmiş oldu.
Sınır ötesi biyosfer rezervi: Yeni bir koruma modeli oluştu
Bölgedeki dört ülke, son iki yıl içinde korunan deniz alanlarının boyutunu 10 ayrı alanda 600.000 kilometrekarenin (231.660 mil kare) üzerine çıkardı. Bu, büyük bir başarıydı ve bazı Avrupa ülkelerinin toplam yüzölçümünden bile daha büyük bir koruma alanı yaratıldı. Samper, bu başarının ardından şimdiki nihai amacın, bu dağınık alanları tek bir devasa biyosfer rezervi altında birleştirmek olduğunu söyledi. Samper, hayata geçirilecek bu tek, birleşik rezervin “bu dünyada bir ilk olacağını” söyleyerek, projenin küresel koruma literatürüne kazandıracağı yeniliği vurguladı. Bu tür sınır ötesi bir anlaşmanın sağlanması, siyasi iradenin ve bilimsel iş birliğinin, ekolojik zorluklar karşısında nasıl birleşebileceğini kanıtladı. Fon ayrıca, Pasifik’te ABD’nin anakara bölgesinin beş katı büyüklüğünde benzer ve daha iddialı bir rezerv üzerinde de görüşmeler yürüttüğünü sözlerine ekledi. Fon, Pasifik bölgesinin küresel biyoçeşitliliğin hedefini uygulamasına yardımcı olmak için 100 milyon dolar harcamayı kabul ettiğini ve 2026’da ikinci bir büyük hibe paketini duyurmayı planladığını belirtti. Samper’ın “30’a 30’a doğru ilerlemek söz konusu olduğunda, yapmanız gereken iş tam olarak budur” sözü, bu projelerin ’30×30′ hedefine ulaşmadaki önemini özetledi.
Akdeniz için işbirliği modeli
Bezos Earth Fund’ın Güney Amerika’da uyguladığı bu uluslararası iş birliği modeli, denizlerle çevrili olan Türkiye ve yakın coğrafyası için kritik dersler içerdi. Türkiye’nin karasularını çevreleyen Karadeniz, Ege ve Akdeniz, ne yazık ki kirlilik, aşırı avlanma, deniz trafiği ve iklim değişikliğinin neden olduğu deniz suyu sıcaklığı artışı gibi nedenlerle biyoçeşitlilik baskısı altında kaldı. Özellikle Akdeniz, dünyadaki en çok tehdit altındaki denizlerden biri olarak kabul edildi. Güney Amerika’da uygulanan ‘sınır ötesi koruma’ yaklaşımı, Türkiye’nin Yunanistan, Bulgaristan ve Gürcistan gibi komşularıyla ortaklaşa yürüteceği deniz koruma projelerinin ve Ege veya Karadeniz’deki ‘Sınır Ötesi Korunan Alanlar’ oluşturma çabalarının başarısı için bir yol haritası sundu. Bu model, ulusal çıkarların ötesine geçerek, nesli tehlike altındaki ve göç eden türlerin (örneğin orkinos, Akdeniz foku, deniz kaplumbağaları) korunması için bölgesel ittifakların ne kadar kritik olduğunu gösterdi. Türkiye’nin de Biyoçeşitlilik Sözleşmesi’ne taraf olması nedeniyle, bu tür uluslararası fon ve işbirliği modelleri, ülkenin kendi deniz koruma hedeflerine ulaşmasında büyük bir itici güç olabileceği yorumları yapıldı.
Deniz yaşamının korunması için yeni dönemin habercisi
Bezos Earth Fund’ın 24.5 milyon dolarlık bu finansmanı, sadece bir bağıştan öte, küresel koruma stratejisinde yeni bir dönemin habercisi oldu. Bu adım, dünyanın en büyük servetlerinden birinin, acil iklim ve biyoçeşitlilik krizlerine çözüm bulma konusundaki kararlılığını gösterdi ve devletlerin bütçe kısıtlamalarının olduğu bir dönemde özel hayırseverliğin doldurabileceği hayati boşluğu işaret etti. Bu ölçekte bir finansmanın, doğrudan sınır ötesi bir koruma modeline odaklanması, deniz yaşamının korunması için uluslararası politik ve hukuki engellerin aşılabileceğini kanıtladı.
Projenin en dikkat çekici yanı, sınır tanımayan deniz yaşamını korumak için, yine sınır tanımayan bir çözüm modeli sunmasıydı. Bu model, hükümetlerin, yerel toplulukların ve sivil toplum kuruluşlarının tek bir ekolojik amaç etrafında nasıl birleşebileceğini somut olarak gösterdi. Bu başarı, ’30×30′ hedefine ulaşmak için sadece devlet taahhütlerinin değil, aynı zamanda özel sektörün ve hayırseverlik sermayesinin vizyoner liderliğinin de ne kadar vazgeçilmez olduğunu gösteren güçlü bir mesaj olarak kayıtlara geçti ve diğer büyük hayır kurumlarına da örnek teşkil etti.
Kaynak: Reuters





