Doğa, zaman zaman evrimsel kuralların dışına çıkan, hem büyüleyici hem de bir o kadar riskli sürprizlerle karşımıza çıkıyor. Yeni Zelanda’nın vahşi doğasında yapılan sıradan bir yıllık sayım, biyologları heyecanlandıran ancak aynı zamanda endişelendiren bir keşfe sahne oldu. Gri taşların ve kahverengi toprağın hakim olduğu bir nehir yatağında, adeta bir neon ışığı gibi parlayan pembe bir çekirge, doğanın genetik piyangosunun en nadir örneklerinden biri olarak kayıtlara geçti.
Peki, bir böceğin pembe olması bilim dünyası için neden bu kadar büyük bir olay? Bu canlı renk, doğanın bir lütfu mu yoksa hayatta kalma şansını sıfıra indiren bir lanet mi? Nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan bir tür için bu genetik mutasyon, popülasyonun geleceği ve genetik çeşitliliği hakkında bize neler söylüyor? Türkiye’de de benzerlerine rastladığımız bu doğa olayı, biyolojik çeşitliliğin korunması adına nasıl bir uyarı niteliği taşıyor?
Mackenzie havzasında beklenmedik keşif
Yeni Zelanda’nın Güney Adası’nda yer alan ve sert iklimiyle bilinen MacKenzie Havzası’nda, Koruma Departmanı (Department of Conservation – DOC) araştırmacıları rutin bir görevdeydi. Tekapo Gölü yakınlarındaki çakıllı nehir yataklarında, ülkenin en büyük ova çekirgesi olan “Güçlü Çekirge” (Brachaspis robustus) popülasyonunu sayıyorlardı. Bu tür, normal şartlarda yaşadığı nehir taşlarını taklit eden gri, kahverengi veya toprak tonlarına sahiptir. Bu kamuflaj, onların hayatta kalma biletidir. Ancak araştırmacılar, taşların üzerinde güneşlenen koyu pembe renkli dişi bir bireyle karşılaştıklarında gözlerine inanamadılar.
Araştırma ekibinden Koruma Korucusu Jen Schori, yaşadığı şaşkınlığı şu sözlerle ifade etti: “Pembe bir tane hakkında söylentiler duymuştum ama hiç kendim görmedim. Çok heyecan vericiydi. Pembe çekirgeler son derece nadirdir.” Bu keşif, sadece görsel bir şölen değil, aynı zamanda türün genetik havuzundaki çeşitliliğin canlı bir kanıtıydı.
Tavsiye Edilen Haberler
Eritrizm: Genetik bir renk oyunu
Bilim insanları, bu çekirgenin pembe rengini “eritrizm” adı verilen nadir bir genetik mutasyona bağlıyor. Albinizmin (pigment eksikliği) veya melanizmin (siyah pigment fazlalığı) aksine, eritrizmde vücut aşırı miktarda kırmızı pigment üretirken, koyu renkli pigmentleri (siyah ve kahverengi) yetersiz üretiyor.
Uzmanlar şu noktaya dikkat çekiyor: Doğada eritrizm, çekirgelerden katididlere kadar çeşitli böcek türlerinde görülebiliyor. Ancak bu durum, genellikle yetişkinliğe ulaşmadan sona eren kısa bir ömre işaret ediyor. Çünkü yeşil veya kahverengi bir arka planda parlak pembe olmak, avcılar için açık bir hedef haline gelmek demek. Bu nedenle, yetişkin bir pembe çekirgeye rastlamak, biyolojik olarak “imkansızı başarmış” bir bireyle karşılaşmak anlamına geliyor.
Nesli tükenmenin eşiğinde bir tür
Bulunan pembe çekirge, Yeni Zelanda’ya özgü olan ve “Güçlü Çekirge” olarak bilinen Brachaspis robustus türüne ait. Bakanlık verilerine göre, bu tür “ulusal çapta kritik tehlike altında” (nationally critical) statüsünde. Doğada yetişkin birey sayısının yalnızca 250 ila 1.000 arasında kaldığı tahmin ediliyor.
Bu türü tehdit eden faktörlerin başında şunlar geliyor:
- Yaşam Alanı Kaybı: Nehir yataklarının tarıma açılması veya değiştirilmesi.
- İstilacı Yırtıcılar: Yeni Zelanda ekosistemine sonradan giren fareler, gelincikler ve kirpiler.
- İklim Krizi: Isınan hava ve değişen yağış rejimleri, nehir kenarındaki hassas ekosistemi bozuyor.
“Tarih öncesi” görünüm ve sakar devler
Jen Schori, bu canlıları “Neredeyse tarih öncesine ait gibi görünüyorlar” diyerek tanımlıyor. Gerçekten de Brachaspis robustus, zırhlı yapısı ve hantal hareketleriyle dinozorlar çağından kalma minyatür bir canlıyı andırıyor. Dişiler, erkeklerin yaklaşık iki katı büyüklüğünde olabiliyor ve yumurtalarının olgunlaşması için vücut ısılarını artırmak amacıyla uzun süre güneşlenmeye ihtiyaç duyuyorlar.
Ancak bu “güçlü” isimlendirmesine rağmen, bu çekirgeler oldukça savunmasız. Açık alanda güçlü arka bacaklarıyla mükemmel zıplayışlar yapabilseler de, iniş konusunda oldukça başarısızlar. Schori, onların “konma konusunda berbat” ve sakar olduklarını belirtiyor. Bir çekirgenin hem sakar olması hem de parlak pembe renkte olması, onu doğadaki en savunmasız hedeflerden biri haline getiriyor.
Güvenli bölgenin dışında bir hayat
2018 yılında, bu nadir türü korumak amacıyla MacKenzie Havzası’nda dünyanın ilk böcek koruma alanı kurulmuştu. Yırtıcı hayvanların girmesini engelleyen özel çitlerle çevrili bu alan, çekirgeler için güvenli bir liman. Ancak keşfedilen pembe çekirge, bu güvenli çitlerin dışında bulundu.
Schori, bu durumu şöyle değerlendiriyor: “Pembe olanı ne yazık ki yırtıcılar için daha da dikkat çekici olacak, bu yüzden bu görüntü çok özel. Kendi başının çaresine bakmak zorunda kalacak.” Araştırmacılar, bu dişi bireyin hayatta kalıp üreyebilmesi durumunda, pembe genin popülasyonda devam edebileceğini, ancak bunun yırtıcı baskısı altında çok zor bir ihtimal olduğunu vurguluyor.
Türkiye ve bölge faunası ile bağlantı
Bu haber, Türkiye’nin zengin biyoçeşitliliği ile de doğrudan bir paralellik taşıyor. Türkiye, özellikle Doğu Anadolu ve Güneydoğu Toroslar bölgesinde, Saga cinsi (Çağaboğan çekirgesi) gibi dev ve endemik çekirge türlerine ev sahipliği yapıyor. Tıpkı Yeni Zelanda’daki örnekte olduğu gibi, Türkiye’de de zaman zaman “pembe çekirge” veya “sarı çekirge” görüldüğüne dair yerel haberler çıkmaktadır (örneğin Gümüşhane, Van veya Hakkari kırsalında).
Anadolu’da görülen bu eritrizm vakaları da, Yeni Zelanda’daki gibi genetik bir mutasyonun sonucudur. Türkiye’deki uzmanlar, tarım ilaçları ve habitat kaybının, bu nadir mutasyonları taşıyan böcekler de dahil olmak üzere tüm böcek popülasyonunu tehdit ettiği konusunda sık sık uyarılarda bulunuyor. Yeni Zelanda’nın 250 birey kaldığında aldığı “koruma alanı” önlemleri, Türkiye’nin kendi endemik ve tehlike altındaki böcek türleri için (örneğin nesli tehlikedeki Saga ephippigera) alması gereken acil önlemler konusunda bir örnek teşkil ediyor.
Güzellik ve ölüm arasındaki ince çizgi
MacKenzie Havzası’nda güneşlenen bu pembe çekirge, doğanın acımasız çelişkisini gözler önüne seriyor. İnsan gözü için estetik, nadir ve fotoğraflanmaya değer olan bu canlı renk, doğa kanunlarına göre açık bir ölüm fermanı niteliğinde. Gri taşların üzerinde pembe bir neon gibi parlamak, evrimsel açıdan bir dezavantaj olsa da, doğanın genetik çeşitliliği denemekten asla vazgeçmediğinin bir kanıtı.
Koruma biyologlarının bu tek bir birey için duyduğu heyecan ve endişe, aslında küresel biyoçeşitlilik krizinin bir mikrokozmosu. Sadece 250 ila 1.000 adet kalmış bir türün her bir bireyi, genetik hazinenin devamı için kritik önem taşıyor. Bu pembe “tarih öncesi” canlının, yırtıcılarla dolu çitlerin dışındaki dünyada hayatta kalıp kalamayacağı, sadece şansa bağlı görünüyor. Ancak onun varlığı, koruma çabalarının ne kadar hayati olduğunu bize bir kez daha hatırlatıyor.
Kaynak: Guardian









