ABD kıyılarında saatli bomba: 5.500 zehirli tesis okyanusa karışma tehlikesiyle karşı karşıya

İklim krizinin getirdiği felaket senaryoları genellikle eriyen buzullar, yok olan kutup ayıları veya sular altında kalan uzak ada ülkeleri üzerinden anlatılır. Ancak bilim dünyasının son verileri, tehlikenin aslında çok daha yakınımızda, sanayileşmiş dünyanın kalbinde ve son derece “zehirli” bir formatta beklediğini gösteriyor. Okyanus suları yükseldikçe, sadece toprak kaybı yaşamıyoruz; aynı zamanda insanlığın on yıllardır kıyı şeridine inşa ettiği “kirli miras”ın denize karışma riskiyle yüzleşiyoruz.

Peki, sanayi devleri ve yerel yönetimler, yaklaşmakta olan bu “zehirli gelgit”e karşı ne kadar hazırlıklı? Kanalizasyon tesislerinden nükleer atık sahalarına, petrol rafinerilerinden kimyasal depolara kadar binlerce tesisin sular altında kalması, modern tarihin en büyük çevre felaketini tetikleyebilir mi? Kaliforniya Üniversitesi’nden bilim insanlarının ortaya koyduğu veriler, bu soruların cevabının maalesef oldukça korkutucu olduğunu kanıtlıyor.

Doğa ve sanayinin tehlikeli çarpışması

Saygın bilim dergisi Nature Communications‘ta yayımlanan kapsamlı araştırma, Amerika Birleşik Devletleri kıyılarındaki endüstriyel altyapının kırılganlığını gözler önüne serdi. Kaliforniya Üniversitesi (Berkeley ve Los Angeles kampüsleri) araştırmacıları tarafından yürütülen çalışma, deniz seviyesinin yükselmesiyle birlikte kanalizasyon, zehirli atık, petrol ve doğalgaz gibi tehlikeli maddeleri işleyen veya depolayan tesislerin risk haritasını çıkardı.

Çevre Bülteni

Doğanın Hikâyesine Ortak Ol

Her hafta iklim krizi, çevre kirliliği, doğa koruma ve sürdürülebilirlikle ilgili en önemli haberleri al.

×

Elde edilen sonuçlara göre, ABD genelinde yaklaşık 5.500 kritik tesis, 2100 yılına kadar “kıyı taşkını” tehdidiyle doğrudan karşı karşıya kalacak. Bu sadece binaların su altında kalması anlamına gelmiyor; bu tesislerin içindeki kimyasalların, ağır metallerin ve işlenmemiş atıkların okyanusa, yer altı sularına ve yerleşim yerlerine yayılması anlamına geliyor. Uzmanlar bu durumu “Natech” (Natural Hazard Triggering Technological Disasters – Doğal Tehlikelerin Tetiklediği Teknolojik Felaketler) olarak adlandırıyor. Bir kasırganın veya taşkının, bir sanayi tesisini vurarak ikincil bir kimyasal felakete yol açması, risk yönetiminin en zorlu senaryolarından biridir.

Riskin coğrafyası: Enerji merkezleri hedefte

Araştırmanın detayları, riskin coğrafi dağılımının hiç de homojen olmadığını gösteriyor. Tehdit altındaki tesislerin yüzde 80’i, ABD’nin sanayi ve enerji üretiminin bel kemiğini oluşturan eyaletlerde toplanmış durumda:

  • Louisiana
  • Florida
  • New Jersey
  • Texas
  • California
  • New York
  • Massachusetts

Bu bölgeler, özellikle Texas ve Louisiana, ABD’nin petrokimya endüstrisinin kalbi konumunda. Nitekim rapor, risk altındaki tesislerin yüzde 44’ünün fosil yakıt terminalleri ve rafinerileri olduğunu vurguluyor.

Bu durum ironik bir döngüyü de beraberinde getiriyor: Fosil yakıt kullanımı iklim değişikliğine ve deniz seviyesinin yükselmesine neden oluyor; yükselen denizler ise bu yakıtları üreten tesisleri vurarak çevreye daha büyük bir kirlilik yayılma riski yaratıyor.

2050 uyarısı: Zaman daralıyor

Çalışmanın en çarpıcı bulgularından biri de zamanlama ile ilgili. 2100 yılı uzak bir gelecek gibi görünse de, araştırmacılar bu tesislerin yarısından fazlasının 2050 yılına kadar, yani önümüzdeki 25 yıl içinde kıyı taşkını riskiyle yüzleşeceğini belirtiyor.

Yükselen deniz seviyesi, sadece suyun yavaş yavaş yükselmesi demek değildir. Aynı zamanda fırtına kabarmalarının (storm surge) daha iç kesimlere ulaşması, gelgitlerin daha yıkıcı olması ve kıyı erozyonunun hızlanması demektir. Bir rafinerinin veya atık su arıtma tesisinin, bir kasırga sırasında taşması, “zehirli çorba” (toxic soup) adı verilen, kimyasallarla karışmış sel sularının kent sokaklarına dolmasına neden olabilir. 2005 yılındaki Katrina Kasırgası ve 2012’deki Sandy Kasırgası sırasında yaşananlar, bu senaryonun fragmanı niteliğindeydi.

Emisyon azaltımı tek kurtuluş yolu

Araştırmacılar, tablonun karanlık olmasına rağmen umudun tükenmediğine işaret ediyor. Emisyonların “makul derecede” azaltılması senaryosunda bile, risk altındaki tesis sayısının ve potansiyel hasarın önemli ölçüde düşürülebileceği belirtiliyor.

Araştırma ekibinden Lara J. Cushing, “Müdahale etmek, riskleri azaltmak ve dayanıklılığı artırmak için zamanımız var” diyerek politika yapıcılara çağrıda bulunuyor. Bu müdahale, sadece emisyonları kısmakla sınırlı değil; aynı zamanda kıyı şeridindeki tesislerin güçlendirilmesi, etrafına koruyucu bariyerler inşa edilmesi veya en riskli bölgelerdeki tesislerin iç kesimlere taşınması gibi maliyetli ancak hayati önlemleri de kapsıyor.

Türkiye için kritik uyarı: Körfezler alarm veriyor mu?

ABD’de yapılan bu araştırma, üç tarafı denizlerle çevrili ve sanayisi kıyı şeridinde yoğunlaşmış Türkiye için de çok ciddi uyarılar barındırıyor.

  1. Marmara Havzası: Türkiye sanayisinin kalbi olan Kocaeli, Gebze ve İstanbul’un kıyı şeridi; tersaneler, rafineriler, kimya tesisleri ve atık su arıtma tesisleriyle doludur. Olası bir deniz seviyesi yükselmesi veya Marmara’da yaşanabilecek ekstrem hava olayları (lodos fırtınaları ile birleşen kabarmalar), bu tesisleri tehdit edebilir.
  2. İskenderun ve Aliağa: İskenderun Körfezi ve İzmir Aliağa, petrokimya ve ağır sanayinin merkezleridir. Yakın zamanda yaşanan depremler ve fırtınalarda İskenderun’da denizin yükselip kıyı şeridini bastığına şahit olduk. ABD’deki gibi bir risk haritasının acilen Türkiye kıyıları için de, “sanayi odaklı” olarak güncellenmesi gerekmektedir.
  3. Müsilaj ve Kirlilik: Kıyı tesislerinin sular altında kalması, Marmara Denizi gibi kapalı havzalarda kirlilik yükünü aniden artırarak ekosistemin tamamen çökmesine (müsilajın geri dönülemez noktaya gelmesine) neden olabilir.

Doğa kendi silahıyla vuruyor

Kaliforniya Üniversitesi’nin bu araştırması, “sürdürülebilirlik” kavramının sadece çevreyi korumak için değil, sanayinin kendi varlığını sürdürebilmesi için de zorunlu olduğunu kanıtlıyor. İnsanlık, atıklarını ve tehlikeli maddelerini “deniz kenarına” yığarak lojistik kolaylık sağladı ancak şimdi deniz, bu emanetleri geri iade etmeye hazırlanıyor.

5.500 tesisin sular altında kalması, sadece ekonomik bir zarar değil, nesiller boyu sürecek bir halk sağlığı krizi demektir. Özellikle bu tesislerin çevresinde genellikle düşük gelirli toplulukların yaşadığı düşünüldüğünde, konu bir “çevresel adalet” sorununa da dönüşmektedir. Türkiye’nin de bu rapordan ders çıkararak, kıyı dolgu alanlarına inşa edilen sanayi tesislerini ve arıtma merkezlerini iklim projeksiyonlarına göre yeniden denetlemesi bir beka meselesidir.

Kaynak: Nature Communications, AA

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top