Küresel deniz ekosistemleri, 2021 yılından bu yana yayılan ve nedeni henüz tam olarak belirlenemeyen ölümcül bir salgın hastalıkla mücadele ediyordu. Yapılan son araştırmalar, bu salgının, özellikle ekolojik açıdan hayati öneme sahip bazı deniz kestanesi türlerini yok olmanın eşiğine getirdiğini gösteriyordu. Bu türler arasında, Kanarya Adaları takımadalarına özgü Diadema africanum deniz kestanesi, popülasyonlarının neredeyse tamamen yok olmasıyla felaketin boyutunu gözler önüne seriyordu.
La Laguna Üniversitesi’nden araştırmacı ve çalışmanın yazarı Iván Cano, “2021’den beri gördüklerimiz gerçekten çok endişe verici. Çok kısa bir süre içinde birçok türün ortadan kaybolmasından bahsediyoruz,” diyerek durumun ciddiyetini vurguladı.

Bu gelişme neden önemliydi? “Ekosistem mühendisleri” olarak bilinen deniz kestanelerinin toplu ölümü, başta mercan resifleri olmak üzere tüm deniz yaşam ağını tehdit ederek biyoçeşitlilikte geri dönülemez kayıplara yol açma potansiyeli taşıyordu. Peki bu dünya için ne ifade ediyordu? Bu olay, küresel ısınma, kirlilik ve insan faaliyetlerinin deniz ekosistemlerini daha savunmasız hale getirdiğini ve denizlerdeki yaşamı tehdit eden “pandemi” benzeri salgınların görülme sıklığının arttığını gösteriyordu. Türkiye için ne anlama geliyordu? Türkiye’nin kıyılarını çevreleyen Akdeniz ve Karadeniz’de de deniz ekosistemlerinin sağlığı kritik önem taşırken, bu tür küresel deniz salgınlarının potansiyel yayılma riski, deniz biyoçeşitliliğinin korunması ve deniz kirliliği ile mücadele stratejilerinin güçlendirilmesi gerekliliğini ortaya koyuyordu.
Kanarya Adaları’ndan Karayiplere yayılan kitlesel ölümler

Salgın, özellikle 2021 yılından itibaren kendini göstermeye başladı ve Kanarya Adaları’ndaki Diadema africanum türünü büyük ölçüde etkiledi. Araştırma verilerine göre, Tenerife’de bu popülasyonda %99,7’lik dramatik bir düşüş yaşanırken, Madeira takımadalarının açıklarında ise azalma oranı %90 olarak kaydedildi. Bu kitlesel ölümler, aynı dönemde coğrafi olarak birbirinden çok uzak denizlerde de tespit edildi:
Tavsiye Edilen Haberler
-
-
-
-
Köşe YazarlarıNeden karbon depolama iklim krizini çözemez?
- Kızıldeniz
- Akdeniz
- Karayipler
- Batı Hint Okyanusu
Salgının bu kadar geniş bir alana yayılması, bilim insanları arasında endişe yarattı. La Laguna Üniversitesi araştırmacısı Cano, başlangıçta genç deniz kestanelerinin erken dönem yaşamını incelemek için Kanarya Adaları’na geldiğini, ancak kısa sürede inceleyebileceği yeterli sayıda genç deniz kestanesi bulamadığını belirtti. Bu hayal kırıklığı, Cano’nun doktora tezini, popülasyonlardaki bu hızlı düşüşü incelemek üzere değiştirmesine yol açtı.
Deniz kestanesi: Ekosistemlerin hayati mühendisleri

Deniz kestaneleri, denizyıldızlarının akrabaları olup, ekolojik açıdan basit bir deniz canlısından çok daha fazlasını temsil ediyorlardı. Ayaklarıyla nefes alabilen bu canlılar, dikenleri sayesinde yırtıcılara karşı müthiş bir savunma sağlarken, aynı zamanda daha küçük deniz canlıları için de sığınak görevi görüyorlardı.
En önemlisi, deniz kestaneleri “ekosistem mühendisleri” olarak biliniyordu. Çevrelerini temelden etkiliyorlardı:
- Alg Kontrolü: Alglerle beslenerek, binlerce deniz türü için yaşam alanı olan sert mercanların hayatta kalmasını destekliyorlardı.
- Besin Zinciri: Diğer hayvanlar için besinleri parçalıyor ve avcılar için hayati bir besin kaynağı oluyorlardı.
Cano, bu türle ilgili kendisini büyüleyen şeyin, insanların varlığı gibi, bulundukları yaşam alanlarını değiştirmeleri olduğunu söyledi. Bu canlıların kaybı, ekosistemler üzerinde yıkıcı zincirleme etkiler yaratma potansiyeli taşıyordu.
Mercan resiflerinde başlayan yıkım
Deniz kestanelerinin kaybının en somut sonuçları, Karayip resiflerinde hemen hissedildi. Deniz kestanelerinin alg büyümesini kontrol edememesi sonucunda:
- Mercan Örtüsü: Mercan örtüsünün yarıya indiği gözlemlendi.
- Alg Örtüsü: Alg örtüsünün ise %85 oranında arttığı tespit edildi.
Bu durum, alglerin mercanların üzerinde aşırı büyüyerek onları boğduğunu ve mercan resiflerinin ekolojik işlevini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını gösterdi. Tropikal sularda yaşayan ve en yaygın, ekolojik açıdan en önemli aile olan Diadema cinsi bu hastalık salgınından en çok etkilenen türler arasındaydı.
Salgının nedeni ve insan rolü: Bulaşma teorileri
Bilim insanları bu deniz pandemisine tam olarak neyin neden olduğunu henüz kesin olarak belirleyemedi. Ancak araştırmacı Cano, hastalığın yayılmasında insanların “muhtemelen rol oynadığını” ifade etti.
Salgının bulaşmasıyla ilgili mevcut teoriler arasında şunlar yer alıyordu:
- Gemi Taşımacılığı: Gemilerin balast sularıyla hastalık etkenlerinin bir bölgeden diğerine taşınması.
- Akıntılardaki Değişiklikler: Küresel ısınmanın neden olduğu deniz akıntılarındaki anormalliklerin yayılımı hızlandırması.
- Anormal Dalga Aktivitesi: Aşırı hava olaylarının deniz yaşamını strese sokması ve bulaşmayı kolaylaştırması.
Cano, Diadema türünün bu hastalık salgınından etkilenmediği su birikintilerinin çok az olduğunu belirtti ve pandeminin nasıl gelişeceğinden henüz emin olmadıklarını dile getirdi. Şu ana kadar Güneydoğu Asya ve Avustralya’daki diğer nüfuslara yayılmamış olması iyi bir haber olsa da, Cano hastalığın yeniden ortaya çıkma ve potansiyel olarak daha da yayılma olasılığını göz ardı edemeyeceklerini sözlerine ekledi.
Akdeniz’de biyoçeşitlilik kalkanı: Kirlilik ve istilacı tür tehdidi
Türkiye kıyılarının da dahil olduğu Akdeniz ve Kızıldeniz’de toplu ölümlerin tespit edilmesi, bu salgının Türkiye’ye ulaşma veya yerel türleri etkileme potansiyeli açısından büyük önem taşıyordu. Akdeniz’de yaşayan deniz kestanesi türleri, Türkiye’nin kıyı ekosistemleri için de hayati rol oynuyordu. Yerel uzmanlar, Akdeniz’deki deniz kestanesi popülasyonlarının zaten küresel ısınma nedeniyle artan deniz suyu sıcaklıkları, deniz kirliliği ve Süveyş Kanalı üzerinden gelen istilacı türlerin rekabeti nedeniyle baskı altında olduğuna dikkat çekiyor.
Bu küresel salgının Akdeniz’e yayılması, Türkiye kıyılarındaki mercan benzeri yapılar (örneğin kızıl mercanlar) ve deniz çayırları (Posidonia oceanica) üzerindeki alg baskısını hızla artırarak, Akdeniz biyoçeşitliliğini tehlikeye atma potansiyeli taşıyordu. Bu nedenle, Türkiye’nin deniz kirliliği denetimini artırması, gemi taşımacılığı kaynaklı biyolojik riskleri kontrol etmesi ve deniz kestanesi popülasyonlarını izlemesi hayati bir öneme sahipti.
Deniz yaşamının kırılganlığı: Ekolojik mühendislerin sessiz yok oluşu
Deniz kestanelerinin kitlesel ölümü, ekosistemlerin karmaşık ve kırılgan dengesini bir kez daha hatırlatan trajik bir olaydı. Bu “ekosistem mühendislerinin” kaybı, domino etkisi yaratarak mercan resiflerini, balık popülasyonlarını ve genel deniz biyoçeşitliliğini tehdit ediyordu. Salgının yayılımında insan faaliyetlerinin (gemi taşımacılığı gibi) rol oynaması ihtimali, denizlerdeki biyo-güvenlik risklerinin, karasal pandemiler kadar ciddi ve küresel olduğunu gösterdi.
Bu durum, bilimsel araştırmanın önündeki engelleri de ortaya koydu; Cano’nun doktora tezini, incelemek üzere geldiği canlıların yok olması nedeniyle değiştirmek zorunda kalması, felaketin hızını ve beklenmedik doğasını simgeliyordu. Küresel denizler, tıpkı karasal ormanlar gibi, kendi pandemileriyle mücadele ederken, bu tür ekolojik krizlerin önlenmesi için uluslararası iş birliği, deniz kirliliğinin kontrolü ve iklim değişikliğiyle mücadele, her zamankinden daha acil bir gereklilikti.
Kaynak: La Laguna Üniversitesi’nden Iván Cano’nun araştırması ve açıklamaları.





