ABD Başkanı Donald Trump’ın ülkesini Paris İklim Anlaşması’ndan ikinci kez çekeceğini açıklamasının ardından dünya ülkeleri, tehlikeli iklim değişikliğini sınırlandırmaya yönelik yeni taahhütleri görüşmek üzere 10 Kasım’da Brezilya’nın Belém kentindeki COP30’da bir araya gelecek. Trump yönetiminin fosil yakıtları savunması ve temiz enerji fonlarını geri almasıyla ABD’nin iklim çabalarında önemli bir gerileme yaşanması beklenirken, küresel emisyonların %11’inden sorumlu olan ABD’nin bu yokluğunun, diğer büyük oyunculara tarihi bir sorumluluk yüklediği görüldü.

Princeton Üniversitesi’nden yapılan bir analiz, Trump politikaları altında ABD emisyonlarının önümüzdeki on yılda yıllık 470 milyon tona kadar artabileceğini ortaya koydu; bu miktar, Hollanda’nın yıllık toplam emisyonunun üç katından fazlaydı. Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva’nın Trump’ı COP30’a açıkça davet etmesine rağmen, Trump yönetiminin üst düzey temsilci göndermemesi, uluslararası aktörlerin ABD olmadan dahi bir araya gelme ve emisyon eğrisini bükme şansı olduğunu gösterdi.
Çin’in çift yönlü liderlik sınavı
Küresel emisyonların neredeyse üçte birini oluşturan Çin, dünyanın en büyük sera gazı yayıcısı olarak liderlik boşluğunu doldurabilecek en kritik aktör olarak öne çıktı. Ancak ülke, aynı zamanda güneş panelleri, rüzgâr türbinleri ve elektrikli araçlar gibi karbonsuz ekonomiye geçiş için gereken ekipmanların üretiminde de küresel bir liderliği üstlendi. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Eylül ayında 2035 yılına kadar sera gazı emisyonlarını ‘zirve seviyelerinden’ %7-10 oranında azaltma planlarını duyurmuştu. Bu hedef, bazı uzmanlar tarafından beklentilerin gerisinde kalsa da, Çin’in Paris Anlaşması’yla uyumlu olduğu da savunuldu.
Haftalık Çevre Bültenine Kaydolun
En önemli haberleri anında alın
Greenpeace Doğu Asya’dan Yao Zhe, ABD’nin iklim konusundaki geri adımının, Çin’in daha yüksek hedefler belirleme motivasyonunu kırmış olabileceği şüphesini dile getirdi. Ancak daha acil bir etkenin, COVID-19 pandemisinden bu yana ülkenin beklenenden yavaş ekonomik büyümesi olduğu belirtildi.
TAVSİYE EDİLEN

Politikacıların bu nedenle çevre hedeflerinden ziyade ekonomiye öncelik vermeye itildiği bildirildi. Enerji ve Temiz Hava Araştırmaları Merkezi’nden Belinda Schäpe, Devlet Başkanı Xi’nin bu hedefleri bizzat duyurmasının, iklim değişikliğiyle mücadeleye “çok üst düzey bir bağlılık” sinyali verdiğini kaydetti. Çin’in geçmişte iklim taahhütlerinin çoğunda aşırı performans gösterme geçmişine sahip olduğu hatırlatıldı.
Schäpe, Çin’in Paris Anlaşması kapsamında gelişmekte olan ülke olarak sınıflandırılması nedeniyle, ABD’nin bıraktığı liderlik boşluğuna doğrudan ve Batılı anlamda adım atmasının pek olası olmadığını belirtti. Öte yandan, Çin’in karşılaştığı temel zorluklardan biri de hâlâ yeni kömürle çalışan enerji santralleri inşa etmesiydi; 2024 yılında dünya genelinde temeli atılan kömür santrallerinin %90’ından fazlası Çin’de yer alıyordu. Çin, bu yeni tesislerin öngörülemeyen yenilenebilir enerji kaynakları için yedek olarak kullanılmasını planladı. Analistler, bu durumun, ülkenin iklim lideri olarak kabul edilmesini zorlaştırabileceği uyarısını yaptı. Uzmanlar, Çin’in gelişmekte olan ülkeler arasındaki nüfuzunu kullanarak COP30’da müzakereleri kolaylaştırabileceğini ve Brezilya ile birlikte çalışarak gelişmekte olan ülkelerin iklim fonu ihtiyacını öne çıkaracağını öngördü.
Brezilya: Ormansızlaşmayla mücadelede öncü rol
COP30’a ev sahipliği yapan Brezilya’nın, müzakerelerde tarafsız bir kolaylaştırıcı rolü üstlenerek iklim konusunda “örnek teşkil edeceği” açıklandı. Ülke, 2024’te 500 bin kişinin yerinden edilmesine neden olan yıkıcı sellerin de gösterdiği gibi, iklim değişikliğinin ciddi sonuçlarıyla doğrudan karşı karşıya kaldı.

Brezilya’nın emisyon azaltımında öncü rol oynayabileceği en kritik alan, ülkenin emisyonlarının en büyük kaynağı olan ormansızlaşmayla mücadele oldu. Eski Devlet Başkanı Jair Bolsonaro döneminde hızla artan Amazon’daki ormansızlaşma eğilimini tersine çevirmenin kolay olmayacağı belirtildi. Ancak Brezilya Devlet Başkanı Lula, tehlike altındaki ormanları korumak için ülkelere ödeme yapacak olan Tropikal Ormanlar Sonsuza Dek Fonu’na 1 milyar ABD doları yatırım yapacağını duyurdu. Bu fonun, gelişmekte olan ülkelerin topraklarının bir kısmını el değmemiş tutma çabalarına karşılık olacağı belirtildi ve Lula’nın COP30’da fona daha fazla katkı sağlamayı umduğu bildirildi.
Emisyonları azaltma konusundaki diğer taahhütlerinde Brezilya’nın daha zorlu bir sınav vereceği görüldü; ülkenin son hedefleri yeterince iddialı olmadığı için eleştirilere maruz kaldı. Ayrıca hükümetin bazı kesimlerinin Amazon Nehri’ni kesen bir otoyol ve Amazon Nehri ağzında petrol sondajı gibi emisyonları artırabilecek projeleri desteklemeye devam ettiği belirtildi. Buna rağmen, ekolojistler, ormansızlaşmanın ülke ekonomisine çok az katkısı olduğu için bu mücadeleyi nispeten kolay buldu. Brezilya’nın rüzgar ve güneş enerjisi için ideal koşullara sahip olması nedeniyle, ülkenin “sıfır emisyona ulaşmak için en kolay seçeneklere sahip ülkelerden biri” olduğu vurgulandı.

Hindistan’ın enerji güvenliği temelli karbonsuzlaştırma başarısı
Küresel emisyonların %8’ini oluşturan Hindistan, Paris İklim Anlaşması kapsamındaki iklim taahhütlerini hızla yerine getirdi. Haziran ayında, Hindistan hükümeti kurulu elektrik üretim kapasitesinin %50’sinin fosil yakıt dışı kaynaklardan geldiğini duyurdu. Bu dönüm noktasına, ülkenin belirlediği 2030 son tarihinden beş yıl önce ulaşıldı.
Bu başarının temel nedeni, Hindistan’ın kendi enerji güvenliği adına karbonsuzlaştırma gündemine devam etmesiydi. Kendi kendine yeten ekonomik büyüme, Başbakan Narendra Modi’nin yönetiminin merkezinde yer aldı ve bunu başarmak için ülkenin rüzgâr ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına ihtiyacı olduğu belirtildi.
Hindistan, karbonsuzlaştırma çabalarını gelişmiş ülkelerden gelen fonlara bağlasa da, yeterli fon gelmemesine rağmen hedefine doğru ilerleme kaydetti. Buna rağmen, Hindistan kömüre büyük ölçüde bağımlıydı ve ekonomisini canlandırmak için bu son derece kirletici yakıta ihtiyacı olduğu savunuldu. Hindistan’ın revize edilmiş hedefler sunması beklenirken, bunların ne kadar iddialı olacağı “küresel sinyallere” bağlı olacaktı.

Avrupa’nın Yeşil Mutabakatı popülizm baskısı altında
Küresel emisyonların %6’sından sorumlu olan Avrupa Birliği (AB), 1990’dan bu yana emisyonlarını %37 oranında azaltarak büyük ekonomiler arasında en çok emisyon azaltımı gerçekleştiren aktör oldu. 2020’de yürürlüğe giren ve Avrupa Yeşil Mutabakatı olarak bilinen AB iklim yasaları, dünyanın en kapsamlıları arasında yer aldı. Ancak AB’nin bu liderliği, bloğun son yeşil politikalarını sarsıcı hale getiren artan popülist siyasi hareketlerin baskısı altına girdi.
Üye devletler arasındaki son dakika çekişmeleri, AB’nin iddialı hedefleri ve politikaları benimsemesini riske attı. Popülistler, iklim mevzuatına sıklıkla karşı çıkarak bu girişimleri siyasi elitin bir gündemi ve yüksek enerji fiyatlarının nedeni olarak gösterdi. Bonn’daki Climate Action Network Europe’tan Sven Harmeling, “Şimdiye kadar AB’nin ABD’nin yolunu izleyeceğine dair bir işaret yok,” dese de, “genel olarak endişe verici bazı eğilimler görüldüğünü” ekledi.
Türkiye’nin karbonsuzlaşma hedefleri ve yeni küresel iklim dengesi
ABD’nin Paris Anlaşması’ndan çekilme kararı ve diğer büyük ekonomilerin iklim taahhütlerindeki bu dalgalanmalar, Türkiye’nin karbonsuzlaşma yol haritası üzerindeki diplomatik ve ekonomik baskının doğasını değiştirdi. Türkiye, 2053 net sıfır emisyon hedefini ve AB Yeşil Mutabakatı’na uyum sürecini sürdürürken, ABD’nin yokluğunda Çin ve AB arasındaki dengelere daha fazla odaklanmak durumunda kaldı.
Türkiye için, gelişmekte olan ülkelerin iklim finansmanı taleplerine destek veren Brezilya ve Çin ile işbirliğini derinleştirmek, hem ekonomik dönüşüm için gerekli fonlara erişimi kolaylaştırmak hem de ticaret ortaklarını çeşitlendirmek açısından stratejik bir önem taşıdı. ABD’nin küresel ticareti sekteye uğratması potansiyeli, Hindistan gibi Türkiye’nin de ekonomik dayanıklılığını artırmak için ticaret ortaklarını çeşitlendirme önceliğini güçlendirdi. Bu yeni küresel iklim dengesi, Türkiye’nin dış politikasında iklim diplomasisinin ağırlığını artırdı.

Değerlendirme
ABD Başkanı Trump’ın Paris Anlaşması’ndan çekilme kararı, insanlığın emisyon eğrisini bükme çabasını kökten durdurmadı, ancak sürecin direksiyonunu ve hızını değiştirdi. Küresel emisyonların %11’inden sorumlu olan bir aktörün çekilmesi, kaçınılmaz olarak iklim hedeflerine ulaşmayı zorlaştırdı, ancak aynı zamanda Çin, Hindistan ve Brezilya gibi diğer büyük ekonomilerin ve AB’nin liderlik rolünü üstlenme zorunluluğunu artırdı.
Çin’in teknolojik liderliği ve Hindistan’ın enerji güvenliği temelli karbonsuzlaşma başarısı, ABD federal hükümetinin yokluğuna rağmen küresel ilerlemenin devam ettiğini gösterdi. Ayrıca, ABD eyaletleri ve özel sektörün temiz enerjiye olan yatırım eğilimini sürdürmesi, gidişatın kökten değiştirilemeyeceğini kanıtladı. Ancak Avrupa’daki popülist baskı ve gelişmekte olan ülkelerin kömür bağımlılığı, iklim krizine karşı kolektif eylemde hâlâ büyük siyasi ve ekonomik engellerin var olduğunu ortaya koydu.
COP30, bu yeni ve parçalı liderlik yapısının, iklim kriziyle mücadeledeki kritik görevleri ne ölçüde yerine getirebileceğinin test edildiği dönüm noktası olacak.
Kaynak: Princeton Üniversitesi Analizi, Observatório do Clima, Nature Geoscience, TERI, BM Genel Kurulu Açıklamaları








