Brezilya’nın Belém kentinde düzenlenen ve tarihin en gergin iklim zirvelerinden biri olarak kayıtlara geçen COP30, diplomatik bir “mucize” ile çöküşten döndü ancak gezegenin geleceği için devasa soru işaretleri bıraktı. BM İklim Şefi Simon Stiell’in kapanış konuşmasındaki “Savaşı kazanmadık ama hala ringdeyiz” itirafı, zirvenin ruh halini özetler nitelikteydi. Amazon’un kalbinde yapılan zirvede, ne ormansızlaşmayı durduracak kesin bir takvim belirlenebildi ne de fosil yakıt çağına son verecek o beklenen cümle metne girebildi.

Peki, milliyetçiliğin ve savaşların gölgesinde geçen bu zirve, gerçekten bir başarı mı yoksa kaçınılmaz sonun diplomatik bir ertelemesi mi? Trump yönetimindeki ABD’nin “boş koltuk” protestosu ve Suudi Arabistan liderliğindeki petrol bloğunun vetosu, Paris İklim Anlaşması’nın tabutuna çakılan son çivi mi oldu? Belém’den çıkan sonuçlar, Türkiye gibi iklim krizinin tam ortasındaki ülkeler için ne anlama geliyor?
Fırtınalı sularda “kaya gibi” duruş
Zirve, başından itibaren fırtınalı siyasi sulara yelken açmıştı. İklim krizini “aldatmaca” olarak niteleyen Donald Trump yönetimindeki ABD, Belém’e heyet göndermeyerek tarihsel bir boykota imza attı. Buna rağmen, BM İklim Şefi Simon Stiell, 194 ülkenin dayanışma içinde kalmasını “çok taraflılığın zaferi” olarak nitelendirdi.
Stiell, kapanışta yaptığı konuşmada ABD’ye üstü kapalı bir göndermede bulunarak şunları söyledi: “Bu yıl bir ülkenin geri adım atmasına çok dikkat çekildi. Ancak fırtına şiddetindeki siyasi karşı rüzgarlara rağmen, dünya ülkeleri dayanışma içinde kaya gibi sağlam durdu. Düşük emisyonlu kalkınma trendi artık geri döndürülemez bir yoldur; bu, piyasaların göz ardı edemeyeceği bir sinyaldir.”
Tavsiye Edilen Haberler
-
-
Yenilenebilir EnerjiCOP31 ev sahipliği ile Türkiye bir temiz enerji merkezi haline gelebilir -
-
SürdürülebilirlikYanan ormanlar için gökyüzünden paraşütle tohum yağdı
Fosil yakıt ve ormanlar: Kaybedilen iki büyük cephe

Zirvenin en büyük hayal kırıklığı, “fosil yakıtlardan uzaklaşma” (transition away) ve “ormansızlaşmayı durdurma” konularında yaşandı. Ev sahibi Brezilya’nın büyük umutlarla masaya getirdiği ve Amazon’u korumayı hedefleyen planlar, Suudi Arabistan’ın başını çektiği petrol üreticisi ülkelerin sert muhalefetine takıldı.
Fosil yakıtlardan çıkış için bağlayıcı bir “yol haritası” oluşturulması önerisi reddedildi. Bunun yerine, bu kritik konular BM’nin resmi karar mekanizmasından çıkarılarak, gönüllü ülkelerin oluşturacağı koalisyonlara devredildi. Bu durum, küresel bir zorunluluk olması gereken eylemlerin, ülkelerin inisiyatifine bırakılması anlamına geliyor. Exeter Üniversitesi’nden iklim bilimci James Dyke, bu sonucu “Dar görüşlü çıkarcılığın ve sinik siyasetin bir ürünü” olarak nitelendirerek, sonucun utanç verici olduğunu belirtti.

Kazanımlar: Uyum fonu ve yerli hakları
Bardağın dolu tarafında ise bazı somut ilerlemeler var. Cumartesi gününe sarkan maraton müzakereler sonucunda:
- Uyum Fonları: İklim krizinden en çok etkilenen toplulukları korumak için ayrılan fonların üç katına çıkarılması sözü verildi. Ancak bu fonların toplanması için belirlenen son tarihin 2035’e ertelenmesi, “çok geç, çok az” eleştirilerini beraberinde getirdi.
- Adil Geçiş Mekanizması (JTM): Enerji dönüşümünün yaratacağı sosyal maliyetleri dengelemek için yeni bir mekanizma üzerinde uzlaşıldı.
- Yerli Hakları: Belém zirvesi, “Yerli COP” olarak adlandırılmıştı. Anlaşma metninde ilk kez Yerli halkların toprak hakları ve geleneksel bilgileri, temel bir iklim çözümü olarak resmen tanındı. Ancak Ekvadorlu yerli lider Emil Gualinga, “Kağıt üzerinde tanınsak da müzakere odalarından dışlanmaya devam ettik” diyerek sürecin kapsayıcılığını sorguladı.

AB ve gıda sistemleri: Eksik parçalar
Avrupa Birliği (AB) Çevre Komiseri Wopke Hoekstra, varılan anlaşmayı “Mükemmel değil ama doğru yönde atılmış büyük bir adım” olarak yorumladı. Ancak uzmanlar, özellikle gıda sistemlerinin iklim üzerindeki etkisinin (örneğin Amazon’daki sığır yetiştiriciliği) büyük ölçüde görmezden gelinmesini büyük bir eksiklik olarak değerlendiriyor.
BM Genel Sekreteri António Guterres ise diplomatik dili bir kenara bırakarak uyardı: “COP30’un gereken her şeyi sağladığını iddia edemem. Bulunduğumuz nokta ile bilimin talepleri arasındaki uçurum tehlikeli derecede geniş olmaya devam ediyor.”

Türkiye ve bölge için stratejik analiz
COP30’dan çıkan bu “kırılgan uzlaşı”, Türkiye için kritik mesajlar içeriyor.
- Gönüllülük Esası: Fosil yakıttan çıkışın gönüllü koalisyonlara bırakılması, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler üzerindeki “kömürden hemen çık” baskısını kısa vadede hafifletebilir. Ancak bu, uzun vadede Türkiye’nin AB Yeşil Mutabakatı karşısındaki rekabet gücünü zayıflatma riski taşıyor.
- Uyum Fonları: Türkiye, Akdeniz Havzası’nda iklim krizinden en çok etkilenen ülkelerden biri. Uyum fonlarının artırılması olumlu olsa da, 2035’e ertelenmesi, Türkiye’nin kuraklık ve orman yangınlarıyla mücadelesinde kendi öz kaynaklarına güvenmek zorunda kalacağını gösteriyor.
- Yerli ve Yerel Haklar: Türkiye’deki yerel tarım topluluklarının ve göçebe kültürlerin iklim uyumundaki rolü, bu zirvedeki “Yerli Hakları” kararıyla uluslararası bir zemine oturabilir.
Çöküşten kurtuluş mu, yavaş çekim intihar mı?
Chatham House’dan Anna Åberg’in dediği gibi, “COP çöküşü büyük ve zararlı bir darbe olurdu.” Ancak Belém’de varılan anlaşma, hastayı iyileştirmekten ziyade, yoğun bakımda tutmaya yönelik bir müdahale gibi duruyor.
Sivil toplumun, konferansın steril salonlarını basan renkli protestoları, “diplomasinin bittiği yerde sokağın başladığını” gösterdi. Fossil Free Media Direktörü Jamie Henn’in bahsettiği o “elle tutulur ivme”, belki de zirvenin en büyük kazanımıydı. Çünkü artık çözüm, gri takım elbiseli müzakerecilerin kelime oyunlarında değil; sokaktaki insanın, yerli halkların ve bilim insanlarının oluşturacağı baskıda aranıyor.
BM süreci “mutabakat” illeti yüzünden felç olmuş durumda. Tek bir petrol devletinin veto hakkı, 8 milyar insanın geleceğini rehin alabiliyor. COP30, dünyanın iklim savaşını kaybettiğinin ilanı değilse bile, savaşın kurallarının değiştiğinin kanıtıdır. Artık mücadele, BM salonlarından çıkıp, piyasa dinamiklerine, teknolojik inovasyona ve sivil itaatsizliğe kayıyor. Gelecek yılki COP31’e giden yolda odak noktası, “neye karşı olduğumuz” (fosil yakıtlar) değil, “neyi inşa edeceğimiz” (yenilenebilir refah) olmak zorunda.
Kaynak: Guardian

