İklim diplomasisinde tarihi uzlaşma: COP31 Türkiye’de yapılacak, müzakere masası Avustralya’nın

Brezilya’da düzenlenen COP30 görüşmelerinin perde arkasında yürütülen yoğun diplomasi trafiği, nihayet sonuç verdi ve dünya iklim tarihinin en ilginç uzlaşmalarından birine sahne oldu. Avustralya ve Türkiye arasında 2026 yılında düzenlenecek Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP31) için yaşanan kıyasıya rekabet, diplomatik bir “kazan-kazan” formülüyle çözüme kavuşturuldu. Varılan mutabakata göre Türkiye, bu dev organizasyonun “ev sahibi” ülkesi olurken, Avustralya ise müzakerelerin siyasi liderliğini üstlenecek.

Peki, bu ikili yapı pratikte nasıl işleyecek ve Türkiye için ne anlama geliyor? On binlerce diplomatı, devlet başkanını ve aktivisti ağırlayacak olan Türkiye, bu devasa lojistik sınavdan alnının akıyla çıkabilecek mi? “Ev sahibi” olmak ile “müzakere başkanı” olmak arasındaki bu keskin ayrım, iklim zirvelerinin geleceği için yeni bir model olabilir mi? Bu karar, Türkiye’nin 2053 Net Sıfır Emisyon hedefini ve bölgesel liderlik iddiasını nasıl şekillendirecek?

Diplomatik satrançta “kazan-kazan” formülü

Avustralya Başbakanı Anthony Albanese’nin Perşembe günü yaptığı resmi açıklama, aylardır süren belirsizliği sona erdirdi. Brezilya’daki görüşmelerde şekillenen uzlaşma paketine göre; Türkiye, COP31’in fiziksel ev sahibi olacak ve lojistik organizasyonu üstlenecek. Avustralya ise zirvenin “politik beyni” olarak hareket edecek ve hükümetler arası müzakerelere liderlik edecek.

Çevre Bülteni

Doğanın Hikâyesine Ortak Ol

Her hafta iklim krizi, çevre kirliliği, doğa koruma ve sürdürülebilirlikle ilgili en önemli haberleri al.

×

Bu karar, Birleşmiş Milletler’in “Batı Avrupa ve Diğerleri Grubu” (WEOG) içinde yaşanan adaylık krizini çözmek için üretilmiş yaratıcı bir formül olarak dikkat çekiyor. Her iki ülke de 2022 yılından bu yana adaylığını sürdürüyor ve geri adım atmayı reddediyordu. Albanese, Radyo mülakatında bu durumu, “Elde ettiğimiz sonuç hem Avustralya hem de Türkiye için büyük bir kazanım” sözleriyle özetledi.

Antalya dünya ikliminin başkenti oluyor

Varılan anlaşma, Türkiye’nin turizm başkenti Antalya’yı 2026 yılında dünya iklim diplomasisinin merkezine yerleştirecek. COP zirveleri, ortalama 40.000 ila 80.000 arasında katılımcıyı ağırlayan, dünyanın en büyük diplomatik ve sivil toplum organizasyonlarından biridir. Türkiye, G20 Liderler Zirvesi gibi büyük organizasyonlardaki tecrübesini bu kez çok daha geniş katılımlı bir platforma taşıyacak.

Türkiye’nin ev sahipliği stratejisi, sadece bir mekan sağlamanın ötesine geçiyor. Ankara, kendisini “zengin Küresel Kuzey” ile “gelişmekte olan Küresel Güney” arasında bir köprü olarak konumlandırıyor. Türkiye, yükselen bir ekonomi olarak, zirvede gelişmiş ve az gelişmiş ülkeler arasındaki finansman ve teknoloji transferi konularındaki uçurumu kapatacak bir “dayanışma platformu” oluşturmayı hedefliyor. Bu rol, Türkiye’nin bölgesel güç olmaktan çıkıp küresel bir oyun kurucu olma vizyonuyla örtüşüyor.

Avustralya neden geri adım attı?

Avustralya’nın ev sahipliğinden vazgeçip “Müzakere Başkanlığı” rolüne razı olması, stratejik bir tercih olarak görülüyor. Avustralya İklim Değişikliği ve Enerji Bakanı Chris Bowen’ın “Avustralya’nın her şeye sahip olması harika olurdu ama her şeye sahip olamayız” itirafı, perde arkasındaki gerçekçiliği yansıtıyor.

Lowy Enstitüsü’nden David Dutton’ın analizine göre bu sonuç, Avustralya için aslında ideal bir senaryo. Avustralya, devasa bir organizasyonun mali yükünü ve lojistik kabusunu Türkiye’ye devrederken, masadaki en güçlü pozisyon olan “kural koyuculuğu” elinde tutuyor. Avustralya, özellikle Pasifik adalarının deniz seviyesinin yükselmesiyle ilgili endişelerini gündeme getirecek bir “Pasifik COP”u hayal ediyordu. Varılan anlaşmaya göre, COP öncesi büyük bir hazırlık etkinliği Pasifik’te düzenlenecek, böylece Avustralya bölgesel taahhütlerini de yerine getirmiş olacak.

Benzersiz yönetim modeli: Yetki kimde olacak?

Zirvenin en çok tartışılan ve merak edilen yönü, “yetki karmaşası” riskidir. Normal şartlarda COP zirvelerinde ev sahibi ülke, aynı zamanda COP Başkanlığını (Presidency) da üstlenir ve müzakereleri yönetir. Ancak bu yeni modelde işler değişiyor.

Bakan Bowen, gazetecilere yaptığı açıklamada bu ayrımı netleştirdi: “Müzakereleri yönetmek, yardımcı kolaylaştırıcıları atamak, taslak metni hazırlamak ve ön kararı yayınlamak için COP başkanlığının tüm yetkilerine sahip olacağım.” Bu ifade, Türkiye’nin “sahne ve ışıkları” sağlayacağı, Avustralya’nın ise “senaryoyu yazıp oyunu yöneteceği” anlamına geliyor. Birleşmiş Milletler kurallarına göre tek bir ülkenin liderlik etmesi gerekirken, bu sorumluluk paylaşımının yasal çerçevesinin nasıl oturtulacağı hala diplomatik bir ince ayar gerektiriyor.

Türkiye için riskler ve fırsatlar

Türkiye için bu ev sahipliği, sadece turizm geliri ve prestij değil, aynı zamanda kendi iklim karnesiyle yüzleşme fırsatıdır. 2053 Net Sıfır hedefi koyan Türkiye, ev sahibi sıfatıyla kendi emisyon azaltım planlarını ve kömürden çıkış stratejilerini daha net bir şekilde ortaya koymak zorunda kalacak. Uluslararası kamuoyunun gözü, ev sahibinin samimiyeti üzerinde olacaktır.

Ayrıca yaklaşık 4,5 milyon ABD doları harcayarak hazırlık yapan Avustralya’nın aksine, Türkiye’nin önünde hazırlık için sadece 12 ay gibi çok kısa bir süre var. Bu durum, Türk bürokrasisi ve organizasyon yeteneği için ciddi bir stres testi anlamına geliyor.

Türkiye için COP31’in önemi

COP31’in Türkiye’de yapılması, Doğu Akdeniz, Orta Doğu ve Balkanlar havzası için kritik önem taşıyor. Türkiye, iklim krizinden en çok etkilenen “Akdeniz Havzası”nın bir parçası olarak, kuraklık, su stresi ve orman yangınları gibi bölgesel sorunları küresel gündemin en üst sırasına taşıma şansına sahip olacak. Ayrıca bu zirve, Türkiye’nin yeşil enerji dönüşümü için ihtiyaç duyduğu uluslararası finansmana erişimi kolaylaştırabilir ve yerli yeşil teknoloji girişimleri için devasa bir vitrin oluşturabilir.

Diplomasi masasında kazanılan zaferin sorumluluğu

Avustralya Başbakanı Albanese ve Türk diplomasisi, Brezilya’da bir “kördüğümü” çözerek her iki tarafı da memnun eden bir formül üretti. Türkiye’nin ev sahipliği, ülkenin “yumuşak gücünü” (soft power) zirveye taşıyacak tarihi bir fırsattır. Antalya sokaklarında on binlerce iklim elçisini ağırlamak, Türkiye’nin modern ve çözüm odaklı yüzünü dünyaya göstermek için eşsiz bir sahne sunuyor.

Ancak madalyonun diğer yüzünde, Avustralya’nın “siyasi riskleri” üzerinden atıp sadece “gücü” elinde tuttuğu bir tablo var. İklim müzakereleri genellikle çetin geçer ve başarısızlıkla sonuçlanma riski yüksektir. Eğer COP31’den somut bir karar çıkmazsa veya müzakereler tıkanırsa, fatura genellikle “Başkan”a kesilir. Bu modelde Türkiye, ev sahibi olarak misafirperverlikle övünebilirken, olası bir siyasi başarısızlığın faturasını müzakereleri yöneten Avustralya’ya bırakabilir. Bu açıdan bakıldığında, Ankara’nın hem prestiji alıp hem de siyasi riski paylaşması, oldukça akılcı bir diplomatik hamle olarak görülebilir. Şimdi asıl soru şudur: İki ülke, “iki kaptanlı” bu gemiyi fırtınalı iklim okyanusunda limana yanaştırabilecek mi?

Kaynak: Reuters

Bültenimize abone olun

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top
×