Bilim dünyası uzun yıllardır iklim değişikliğinin etkilerini atmosferde, yüzey sularında ve eriyen buzullarda gözlemliyordu. Ancak okyanusların karanlık ve soğuk derinliklerinin, yüzeydeki bu kaostan izole, güvenli bir sığınak olduğuna dair yaygın bir inanç vardı. Çin Okyanus Üniversitesi ve uluslararası araştırmacıların ortaya koyduğu yeni veriler, bu inancı yerle bir etti. Küresel ısınma, artık gezegenin en ulaşılmaz noktalarından biri olan Arktik Okyanusu’nun binlerce metre altına kadar sızmış durumda.
Peki, güneş ışığının bile ulaşamadığı bu derinliklerin ısınması neden insanlık için bir “kırmızı alarm” niteliği taşıyor? 0.074 derecelik, kulağa çok küçük gelen bir sıcaklık artışı, nasıl oluyor da bir atom bombası etkisine sahip olabiliyor? Ve en önemlisi, kutuplardaki bu sessiz değişim, Türkiye gibi orta kuşak ülkelerinin iklim kaderini nasıl yeniden yazacak?

Buzdağının görünmeyen yüzü: Derinlerdeki enerji birikimi
Çin Okyanus Üniversitesi’nden araştırmacıların buz kıran gemileriyle topladığı son veriler, Arktik Okyanusu’nun Avrasya havzasında, 1500 ila 2600 metre derinlikteki suların 1990 yılından bu yana belirgin şekilde ısındığını ortaya koydu. Tespit edilen artış 0.074°C.
İlk bakışta bu rakam önemsiz bir istatistik hatası gibi görünebilir. Ancak suyun ısı tutma kapasitesi düşünüldüğünde, bu artış muazzam bir enerji transferine işaret ediyor. Bilim insanları, bu ısınmanın yaklaşık 500 trilyon megajul enerjiye denk geldiğini hesapladı.
Tavsiye Edilen Haberler
-
Yenilenebilir EnerjiTrendyol depo ve ofislerinde yüzde 100 yenilenebilir enerji kullanımına geçiyor -
SürdürülebilirlikGelecek 5-10 yıldaki en büyük risk iklim değişikliği -
-
Bu enerjinin büyüklüğünü anlamak için şu karşılaştırma hayati önem taşıyor: Eğer bu miktardaki ısı enerjisi okyanusun dibinde değil de yüzeyinde olsaydı, Arktik deniz buzunun minimum seviyesinin üçte birini tamamen eritebilirdi. Araştırma ekibinden Xianyao Chen, bu durumu “Derin okyanus düşündüğümüzden çok daha aktif. Isınabileceğini tahmin ediyorduk ama bu kadar hızlı olacağını beklemiyorduk” sözleriyle özetliyor.

Mekanizma nasıl çalışıyor: “Atlantikleşme” süreci
Arktik Okyanusu, Grönland ve Sibirya arasında uzanan bir su altı sıradağı ile iki ana havzaya ayrılır: Amerasya ve Avrasya havzaları. Isınmanın tespit edildiği Avrasya havzası, Atlantik Okyanusu ile doğrudan bağlantılıdır.
Normal şartlarda süreç şöyle işler:
- AMOC Etkisi: Atlantik Meridyenel Devrilme Sirkülasyonu’nun (AMOC) bir uzantısı, sıcak Atlantik suyunu İskandinavya kıyıları boyunca kuzeye taşır.
- Tuzun Ayrışması: Kışın deniz suyu donduğunda, içindeki tuzu dışarı atar. Bu durum, geride kalan suyun daha tuzlu ve yoğun hale gelmesine neden olur.
- Çökme: Yoğunlaşan bu tuzlu su, beraberinde Atlantik’ten gelen sıcaklığı da sürükleyerek okyanusun dibine çöker.
- Jeotermal Etki: Ayrıca dünyanın çekirdeğinden gelen jeotermal ısı da tabandaki suyu ısıtır.

Koruyucu kalkan neden kırıldı?
Geçmişte, Grönland havzasından gelen “soğuk derin su” akışı, yukarıda sayılan ısınma faktörlerini dengeliyor ve Arktik’in dibini soğuk tutuyordu. Ancak iklim krizi bu dengeyi bozdu.
Grönland buz tabakasının hızla erimesiyle birlikte okyanusa karışan devasa miktardaki tatlı su, Grönland havzasındaki suyun tuzluluk oranını düşürdü ve yoğunluğunu azalttı. Bu durum, soğuk suyun dibe çökmesini yavaşlattı. Sonuç olarak, Grönland havzasındaki derin su sıcaklığı -1.1°C’den -0.7°C’ye yükseldi. Bu, derin okyanus standartlarına göre “ışık hızında” bir ısınma. Artık Arktik Okyanusu’na giren su yeterince soğuk olmadığı için, dipten gelen jeotermal ısıyı ve Atlantik’in sıcak suyunu nötralize edemiyor.
Getty Images
Permiyen yok oluşu ve metan tehdidi
California Üniversitesi’nden (UCLA) James McWilliams, bu araştırmanın küresel ısınmayı daha önce hiç hesaba katılmayan bir lokasyonda suçüstü yakaladığını belirtiyor. Ancak asıl korkutucu olan, bu ısınmanın tetikleyebileceği zincirleme reaksiyonlar.
Isınan dip suları, okyanus tabanında donmuş halde bulunan sub-deniz permafrostunu (donmuş toprak) çözebilir. Bu tabaka, “metan klatratları” veya “metan hidratları” olarak bilinen, buz benzeri kristal kafeslerin içine hapsolmuş devasa metan rezervlerini barındırır.
Metan, karbondioksite göre atmosferi ısıtma potansiyeli 80 kat daha fazla olan bir sera gazıdır. Bilim insanları, jeolojik tarihte yaşanan ve “Büyük Ölüm” olarak bilinen Permiyen Kitlesel Yok Oluşu’nun (252 milyon yıl önce), okyanusların ısınmasıyla serbest kalan metan gazları nedeniyle tetiklendiğini hipotez etmektedir. O dönemde dünyadaki yaşamın %90’ı yok olmuştu. Bugün Arktik’in derinliklerinde ölçülen o 0.074 derecelik artış, işte bu “uyuyan devi” uyandırma potansiyeli taşıdığı için korkutucudur.

Türkiye ve Akdeniz havzasına etkisi
Arktik Okyanusu’nun binlerce metre altındaki bu değişim, Türkiye’yi “kelebek etkisi” prensibiyle doğrudan etkileyecek potansiyele sahiptir.
- Deniz Seviyeleri: Okyanus suyunun ısınması, “termal genleşme” (ısınan suyun hacminin artması) yoluyla deniz seviyelerinin yükselmesine neden olur. Bu, Türkiye’nin kıyı şeritleri, özellikle alçak deltalar (Çukurova, Gediz vb.) için uzun vadeli bir tehdittir.
- Hava Durumu Kaosu: Arktik bölgesindeki bu köklü değişimler, Jet Stream (Rüzgar Koridoru) akımlarını bozarak Türkiye’nin de içinde bulunduğu orta kuşakta daha sık, daha uzun ve daha şiddetli sıcak hava dalgalarına veya ani soğuk şoklarına neden olmaktadır.
- AMOC Çöküşü: Araştırmada bahsedilen tatlı su girişi, Gulf Stream’i de içeren AMOC sistemini yavaşlatmaktadır. Eğer bu sistem çökerse, Avrupa ve Türkiye’nin iklimi tamamen değişecek, tarımsal üretim ve su döngüsü öngörülemez bir kaosa sürüklenecektir.
Gezegenin sigortası attı
Bu araştırma, iklim değişikliği tartışmalarında sıkça düşülen “Gözden ırak, gönülden ırak” yanılgısını acı bir şekilde yüzümüze çarpıyor. Bizler yüzeyde günlük hayatımıza devam ederken, okyanusun karanlık tabanında, insanlık tarihinden bile eski buzullar ve donmuş gazlar çözülmeye başlıyor.
Grönland havzasının artık Arktik’i soğutamadığı gerçeği, gezegenin kendi kendini düzenleyen termostatının bozulduğunu gösteriyor. 500 trilyon megajullük bir enerjinin okyanus tabanında hapsolması, sadece buzulların erimesini hızlandırmakla kalmayacak, aynı zamanda biyolojik çeşitliliğin temel taşlarını da yerinden oynatacaktır. Permiyen yok oluşuna yapılan atıf bir abartı değil, jeolojik bir uyarıdır. “Daha ne kadar ısınabilir ki?” sorusunun cevabı artık atmosferde değil, okyanusun en derin çukurlarında aranmalıdır.
Kaynak: New Scientist

