Küresel infazın matematiği: Trump’ın “Önce Amerika” politikası 1,3 milyon insanı nasıl ölüme mahkum ediyor?

Washington’daki Oval Ofis’te atılan bir imzanın mürekkebi kurumadan, binlerce kilometre ötedeki Karaçi’nin, Lagos’un veya Niamey’in kavurucu sıcağında bir insanın son nefesini vermesine neden olabilir mi? Modern bilimin verileri, bu sorunun cevabının artık “evet” olduğunu kanıtlıyor. ProPublica ve The Guardian’ın gerçekleştirdiği, Rhodium Group’un gelişmiş modellemelerine ve Nobel ödüllü iklim ekonomisi teorilerine dayanan sarsıcı analiz, siyasi kararların “kelebek etkisini” aşıp doğrudan bir “ölüm emrine” dönüştüğünü ortaya koydu.

Analize göre, Donald Trump yönetiminin ikinci döneminde (veya benzeri bir yönetimde) hayata geçirmeyi planladığı agresif fosil yakıt politikaları ve çevre koruma yasalarının iptali, küresel ölçekte 1,3 milyon insanın fazladan ölümüne yol açacak. Bu rakam, orta büyüklükteki bir Avrupa başkentinin haritadan silinmesiyle eşdeğer.

Peki, bu distopik senaryo nasıl bir bilimsel temele dayanıyor? Gelişmiş ülkelerin refahı, yoksul ülkelerin mezarlığı üzerine mi inşa ediliyor? Ve en önemlisi, iklim krizinin “ateş hattında” yer alan Türkiye, bu küresel ısınma dalgasının neresinde duruyor?

Çevre Bülteni

Doğanın Hikâyesine Ortak Ol

Her hafta iklim krizi, çevre kirliliği, doğa koruma ve sürdürülebilirlikle ilgili en önemli haberleri al.

×

Ölümün formülü: “Karbonun ölüm maliyeti” nedir?

Yıllarca iklim değişikliğinin maliyeti “dolar” ve “gayrisafi yurtiçi hasıla” üzerinden hesaplandı. Ancak bu yaklaşım, krizin insani boyutunu gizliyordu. Dr. R. Daniel Bressler tarafından geliştirilen ve Nobel ödüllü ekonomist William Nordhaus’un çalışmalarını bir adım ileri taşıyan “Karbonun Ölüm Maliyeti” (Mortality Cost of Carbon) metriği, atmosferdeki sera gazlarını doğrudan insan hayatıyla ilişkilendiriyor.

Bu hesaplamaya göre, atmosfere salınan her 4.434 metrik ton karbondioksit, küresel ölçekte bir kişinin erken ölümüne neden oluyor. Bu rakam ilk bakışta soyut gelebilir. Ancak somutlaştırmak gerekirse: Ortalama 3,5 Amerikalının hayatları boyunca ürettiği emisyon, dünyanın başka bir yerinde bir kişinin ölümüne sebep olmaya yetiyor. Nijerya gibi karbon ayak izi düşük bir ülkede ise bu oran, 146 kişinin yaşam boyu emisyonuna denk geliyor. Yani, aşırı tüketim ve kontrolsüz sanayi üretimi, matematiksel bir kesinlikle cinayete dönüşüyor.

Rhodium group modellemesi ve kayıp yıllar

ProPublica ve Guardian, bu formülü Rhodium Group’un emisyon tahminlerine uyguladı. Analiz, Trump yönetiminin Paris İklim Anlaşması’ndan çekilme, Enerji Bakanlığı’nın (DOE) verimlilik standartlarını düşürme, Çevre Koruma Ajansı’nın (EPA) yetkilerini kısıtlama ve “Yeşil Enerji Sahtekârlığı” söylemiyle fosil yakıtları teşvik etme planlarını mercek altına aldı.

Sonuçlar korkutucu: Sadece bu politikaların uygulanmasıyla, 2035 yılına kadar atmosfere 5,7 milyar ton fazladan karbon salınacak. Bu ekstra yük, önümüzdeki 80 yıl boyunca atmosferde kalarak gezegenin ısınmasını tetikleyecek ve öngörülen 1,3 milyonluk ek ölüm bilançosunu yaratacak. Eğer daha karamsar senaryolar gerçekleşirse, bu rakamın katlanarak artması ve 2100 yılına kadar on milyonları bulması işten bile değil.

Biyolojik sınır: Islak termometre ve organ iflası

Peki, sıcaklık insanı tam olarak nasıl öldürür? Rapor, bu ölümlerin “basit bir sıcak çarpması” olmadığını vurguluyor. İnsan vücudu, terleme yoluyla kendini soğutarak iç sıcaklığını 37°C civarında tutmaya programlıdır. Ancak bilim insanlarının “Islak Termometre” (Wet-Bulb) sıcaklığı olarak adlandırdığı, yüksek sıcaklık ve yüksek nemin birleştiği kritik eşik (yaklaşık 35°C ıslak termometre değeri) aşıldığında, fizik kuralları devreye girer.

Havadaki nem oranı çok yüksek olduğunda, ter buharlaşamaz ve vücut soğuyamaz. Bu noktada vücut, kendi ısısını hapseden bir fırına dönüşür:

  1. Enzim Yapısının Bozulması: Hücresel işlevleri yöneten proteinler ve enzimler yüksek ısıda yapısını kaybeder (denatüre olur).
  2. Organ Yetmezliği: Kalp, kanı cilde pompalayarak soğutmaya çalışırken aşırı yüklenir. Böbrekler ve karaciğer iflas eder.
  3. Beyin Hasarı ve Ölüm: Sinir sistemi çöker, bilinç kaybı yaşanır ve nihayetinde ölüm gerçekleşir.

Özellikle yaşlılar, bebekler, kronik hastalar ve açık havada çalışmak zorunda olan tarım/inşaat işçileri için bu süreç kaçınılmaz bir son demektir.

Coğrafi adaletsizlik: İklim “apartheid”i

Raporun en can alıcı noktası, “Suçu işleyen ile cezayı çekenin” farklı olmasıdır. Trump politikalarının ve ABD sanayisinin yarattığı emisyonların bedelini Amerikalılar değil, “Küresel Güney” ödüyor.

  • Pakistan: Dünya nüfusunun sadece %3’üne sahip olmasına rağmen, sıcaklık kaynaklı ölümlerin %6 ila %7’sinin burada gerçekleşmesi bekleniyor.
  • Hindistan, Nijer ve Somali: İklim krizine tarihsel katkıları ihmal edilebilir düzeyde olan bu ülkeler, en yüksek ölüm oranlarıyla karşı karşıya kalacak.

Los Angeles’ta yaşayan Pakistan kökenli iklim aktivisti Ayisha Siddiqa’nın sözleri, bu adaletsizliği özetliyor: “Toplumumdaki insanlar ölecek. Babam sıcak dalgasında bilincini kaybettiğinde, etrafındaki havanın vücuduna yapıştığını ve nefes alamadığını hissetti. Bu açıklanamaz bir dehşet.” Bu durum, uluslararası ilişkiler uzmanları tarafından modern bir “İklim Apartheid”i (İklim Ayrımcılığı) olarak nitelendiriliyor.

Siyasi irade savaşı: Biden’dan Trump’a u dönüşü

Rapor, ABD siyasetindeki keskin virajların küresel maliyetini de gözler önüne seriyor. Biden yönetimi, Enflasyon Azaltma Yasası (IRA) ile temiz enerjiye yüz milyarlarca dolar aktararak emisyonları düşürme rotasına girmişti. Ancak Trump’ın geri dönüşü, bu ilerlemeyi tersine çevirmeyi hedefliyor.

Beyaz Saray sözcülerinin bilimsel verileri “sahte iddialar” olarak nitelendirmesi ve EPA’nın “Karbonun Ölüm Maliyeti” metriğini “bilimsel değil, ahlaki bir duruş” diyerek reddetmesi, meselenin veriden ziyade ideolojik bir savaşa dönüştüğünü gösteriyor. Oysa fosil yakıtların gezegeni ısıttığı gerçeği, 60 yıl önce bizzat ABD başkanlarına (Lyndon B. Johnson dönemi) sunulan raporlarda bile yer alıyordu.

Türkiye için “kırmızı alarm”: Cennetten cehenneme mi?

ProPublica ve Guardian’ın analizi küresel ölçekli olsa da, veriler Türkiye için hayati uyarılar barındırıyor. Türkiye, iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek bölgelerden biri olan Akdeniz Havzası’nda yer alıyor.

  1. Sağlık Krizi ve “Hissedilen Sıcaklık”: Raporun bahsettiği “Islak Termometre” riski, nem oranının yüksek olduğu Adana, Antalya, Mersin ve İstanbul gibi illerimizde yaz aylarında ciddi bir tehdide dönüşüyor. Artan sıcaklıklar, özellikle kalp ve tansiyon hastaları için yaz aylarını ev hapsine veya hastane sürecine dönüştürebilir.
  2. Tarımsal Çöküş ve Gıda Güvenliği: İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’da artan kuraklık ve aşırı sıcaklar, Türkiye’nin “tahıl ambarı” olma özelliğini yitirmesine neden olabilir. Ürün verimindeki düşüş, doğrudan gıda enflasyonu ve ekonomik kayıp demektir.
  3. İklim Göçü Tehdidi: Raporun en çok etkileneceğini belirttiği Orta Doğu ve Asya kuşağı, Türkiye’nin komşularıdır. Yaşanmaz hale gelen bölgelerden kaçacak milyonlarca “iklim mültecisi” için ilk ve en önemli rota Türkiye olacaktır. Bu durum, mevcut sığınmacı sorununun ötesinde, yönetilmesi imkansız demografik ve güvenlik sorunlarına yol açabilir.
  4. Turizmde Eksen Kayması: “Deniz-Kum-Güneş” turizmi, aşırı sıcaklar nedeniyle cazibesini yitirebilir. Turistlerin daha serin kuzey ülkelerini tercih etmesi, Türkiye ekonomisi için büyük bir risk faktörüdür.

Bir istatistikten fazlası

Bu rapor, iklim değişikliği tartışmalarını “kutup ayıları” veya “deniz seviyesi” gibi uzak kavramlardan alıp, en temel insan hakkı olan “yaşam hakkı” zeminine oturtuyor. 1,3 milyon rakamı, soğuk bir istatistik gibi görünebilir; ancak bu rakam, önlenebilir ölümleri temsil ediyor.

Bir liderin seçim kampanyasında vaat ettiği “ucuz benzin” veya “daha az düzenleme”, dünyanın diğer ucundaki bir çocuğun geleceğini çalıyorsa, burada siyasetin ötesinde evrensel bir etik sorunu vardır. Karbonun ölüm maliyeti analizi, bize şunu haykırıyor: Atmosferin sınırı yok. Washington’da, Pekin’de veya Brüksel’de alınan kararlar, biyolojik bir silah etkisiyle tüm gezegene yayılıyor. İnsanlık, ya bu ortak kaderi kabul edip radikal bir dönüşüm geçirecek ya da kendi yarattığı serada yavaş ve acılı bir sona doğru sürüklenecek. Seçim, sandıktan çok daha büyük.

Kaynak: Guardian, ProPublica

Bültenimize abone olun

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top
×