Amazon’un kalbindeki yapay ada, gezegenin akciğerlerini yeniden inşa ediyor

Brezilya’nın derinliklerinde, insan eliyle yaratılmış devasa bir yıkımın ortasında, ironik bir şekilde doğayı kurtarmayı amaçlayan modern bir “Nuh’un Gemisi” yükseliyor. Yarım asır önce inşa edilen ve binlerce kilometrekarelik yağmur ormanını sulara gömen bir hidroelektrik santrali, bugün paradoksal bir şekilde Amazon’un biyolojik çeşitliliğini korumak için kritik bir üs haline gelmiş durumda. Tocantins Nehri üzerindeki bir tepenin, suların yükselmesiyle bir adaya dönüşmesi ve bu adanın şimdi milyonlarca tohumun saklandığı bir gen bankasına ev sahipliği yapması, iklim krizinin ortasındaki dünyamız için ne ifade ediyor?

Bu gelişme, sadece çevresel bir restorasyon projesi mi, yoksa sanayinin doğaya verdiği zararı telafi etme çabası mı? Amazon ormanlarının hızla yok olduğu, “dünyanın akciğerlerinin” nefes darlığı çektiği bir dönemde, bir zamanlar felaketin sembolü olan bu bölge, nasıl oldu da umudun yeşerdiği bir laboratuvara dönüştü? Bu proje, doğayla savaşmak yerine onunla iş birliği yapmanın geç de olsa mümkün olduğunu mu kanıtlıyor?

Tucuruí Barajı’nın karanlık mirası ve ekolojik bedel

Hikayenin kökleri, Brezilya’nın sanayileşme hamlesinin hız kazandığı 1980’li yıllara, Tucuruí Hidroelektrik Barajı’nın inşasına dayanıyor. Dönemin askeri rejimi tarafından “kalkınma projesi” olarak sunulan bu devasa yapı, Tocantins Nehri’nin önünü keserek dev bir rezervuar oluşturdu. Ancak bu enerjinin bedeli ağır oldu. İstatistiklere göre, barajın su tutmaya başlamasıyla birlikte yaklaşık 2.430 kilometrekarelik (yaklaşık 600.000 dönüm) bakir yağmur ormanı sular altında kaldı.

Çevre Bülteni

Doğanın Hikâyesine Ortak Ol

Her hafta iklim krizi, çevre kirliliği, doğa koruma ve sürdürülebilirlikle ilgili en önemli haberleri al.

×

Bu süreçte sadece ağaçlar değil, insan hayatları da kökünden söküldü. Yaklaşık 32.000 yerel sakin, atalarından kalma topraklarından zorla tahliye edildi. Uzmanlar, o dönemde baraj inşaatlarının sadece su tutmakla kalmadığını, aynı zamanda sular altında kalan bitki örtüsünün çürümesiyle devasa miktarda metan gazı salınımına yol açtığını hatırlatıyor. Bölgedeki sivil toplum örgütleri ve çevre aktivistleri yıllarca bu projeye dirense de, baraj tamamlandı ve Amazon’da derin bir yara açtı. Bugün ise barajın sahibi olan AXIA Energia, bu karanlık mirası tersine çevirmek için “tazminat ve restorasyon” stratejisini devreye sokmuş durumda.

Zehirli yılanlar ve 50 metrelik devler arasında hasat

Sular altında kalan bölgedeki eski bir dağ tepesi, bugün projenin kalbi olan bir adaya dönüşmüş durumda. Yaklaşık 320 dönümlük bu izole kara parçası, Amazon’un en vahşi ve en değerli genetik materyallerine ev sahipliği yapıyor. Ancak burası steril bir laboratuvar ortamından çok, tehlikelerle dolu bir macera sahasını andırıyor.

Adada çalışan işçiler, sadece zorlu arazi koşullarıyla değil, Amazon’un ölümcül faunasıyla da mücadele etmek zorunda. Bölge, son derece zehirli yılan türlerine ve temas halinde insanı felç edebilen zehirli ok kurbağalarına (poison dart frogs) ev sahipliği yapıyor. İşçiler, değerli tohumlara ulaşmak için boyları 50 metreyi bulan devasa ağaçlara tırmanmak zorunda. Güvenlik protokolleri gereği tırmanış 19 metre ile sınırlandırılsa da, bu yükseklik bile ciddi riskler barındırıyor.

Süreç oldukça zahmetli ve tamamen insan emeğine dayalı. Acai, kakao ve Brezilya fıstığı gibi stratejik öneme sahip tohumlar tek tek elle toplanıyor. Geçen yıl toplanan tohum sayısı 9 milyona ulaştı ve bu yıl rekor kırılması hedefleniyor. Bu, endüstriyel bir ormancılık faaliyetinden ziyade, cerrah titizliğiyle yürütülen bir kurtarma operasyonu.

30 milyonluk genetik hazine ve lojistik operasyon

Toplanan tohumlar, adadaki özel iklimlendirme sistemlerine sahip tohum bankasında koruma altına alınıyor. Tesis; kuru, nemli ve soğuk olmak üzere üç farklı atmosferik bölmeye ayrılmış durumda ve şu anda yaklaşık 30 milyon tohuma ev sahipliği yapıyor. Bu stok, biyolojik çeşitliliğin sigortası olarak görülüyor.

Şirketin Jeoproses Yönetici Müdürü Valeria Carazzai, projenin felsefesini “Kullandığımız enerjiyi doğaya geri ödemeliyiz” sözleriyle özetliyor. Üretilen fidelerin hiçbiri ticari amaçla satılmıyor. Tamamı, ormansızlaşmanın yarattığı boşlukları doldurmak üzere devlet kurumlarına, okullara ve yerel çiftçilere bağışlanıyor. Özellikle yağmur mevsimi öncesinde, fidanlıktaki stok 90.000 adede ulaşarak Amazon’un dört bir yanına dağıtılmaya hazır hale getiriliyor.

Topraksız işçiler hareketinden arazi sahipliğine: João’nun hikayesi

Bu projenin sadece ekolojik değil, derin bir sosyolojik boyutu da var. Brezilya, tarihsel olarak büyük toprak sahipleri ile topraksız köylüler arasındaki çatışmalarla (MST Hareketi) bilinen bir ülkedir. Projenin yararlanıcılarından biri olan 75 yaşındaki João Rodrigues De Souza’nın hikayesi, bu dönüşümün insani yüzünü temsil ediyor.

Yıllarca başkalarının tarlalarında ırgat olarak çalışan ve topraksız işçi hareketinin saflarında mücadele veren De Souza, Pará Eyaleti’nin tarım reformu kapsamında geçen yıl 75 dönümlük bir arazinin kullanım hakkını kazandı. Trans-Amazon Karayolu’nun ucundaki bu çiftlik, şimdi AXIA’nın bağışladığı fidelerle hayat buluyor. Kakao ağaçları, serbest gezen hayvanlar ve meyve bahçeleri, De Souza ailesi için sadece bir geçim kaynağı değil, aynı zamanda onurlu bir yaşamın simgesi. De Souza’nın, “Bu benim ve ailem için çok iyi” şeklindeki sade sözleri, aslında on yıllardır süren bir sınıf mücadelesinin ve mülkiyet hakkının zaferini ifade ediyor.

Türkiye ve bölge ile bağlantı: Barajlar ve orman yangınları

Brezilya’daki bu “barajdan doğan orman” modeli, Türkiye için de son derece tanıdık ve uygulanabilir dersler içeriyor. Türkiye, Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamında inşa edilen Atatürk Barajı’ndan, yakın zamanda tamamlanan Yusufeli Barajı’na kadar, su altında kalan yerleşim yerleri ve ekosistemler gerçeğiyle yaşıyor. Tıpkı Tucuruí’de olduğu gibi, Türkiye’de de baraj inşaatları hem enerji ihtiyacını karşılıyor hem de yerel halkın yerinden edilmesine ve ekolojik değişimlere neden oluyor.

Daha da önemlisi, Türkiye son yıllarda (özellikle 2021’deki büyük orman yangınlarında) Muğla ve Antalya gibi bölgelerde binlerce hektar ormanını kaybetti. Brezilya’daki bu ada tohum bankası modeli, Türkiye’nin Ankara ve İzmir’deki mevcut Tohum Gen Bankalarının önemini bir kez daha hatırlatıyor. Yanan alanların, bölgenin kendi genetiğine uygun yerel tohumlarla (kızılçam, sığla vb.) yeniden ağaçlandırılması, biyolojik çeşitliliğin korunması açısından hayati önem taşıyor. Brezilya’daki gibi özel enerji şirketlerinin, Türkiye’de de “kurumsal sosyal sorumluluk” kapsamında benzer tohum ve fide üretim merkezleri kurması, yanan ormanların rehabilitasyonunu hızlandırabilir.

Vicdan temizleme mi, gerçek bir çözüm mü?

Amazon’un ortasındaki bu proje, karmaşık duygular uyandırıyor. Bir yanda, binlerce insanı yerinden eden ve ormanı yutan devasa bir baraj gerçeği var. Diğer yanda ise o barajın yarattığı yıkımın ortasından filizlenen milyonlarca yeni ağaç… Şirketlerin “kullandığımızı geri veriyoruz” söylemi, bazı çevrelerce “greenwashing” (yeşil aklama) olarak eleştirilse de, sahada João Rodrigues De Souza gibi insanların hayatına dokunan somut faydalar yadsınamaz.

Bu ada, aslında insanlığın doğayla kurduğu hastalıklı ilişkinin bir özeti gibi: Önce yıkıyoruz, sonra vicdan azabıyla veya zorunluluktan tamir etmeye çalışıyoruz. Ancak 30 milyon tohumluk bu banka, iklim değişikliğinin geri dönülmez noktaya yaklaştığı şu günlerde, elimizdeki en değerli “B Planı” olabilir. Teknoloji ve sanayi doğayı yok etti, şimdi onu kurtarmak için yine teknolojiye ve bu tür “yapay” müdahalelere muhtacız. Bu ironik döngü, projenin başarısını daha da anlamlı kılıyor.

Kaynak: New York Times

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top