Dünya ekonomisinin dümenini tutan en zengin uluslar, on yıllardır sürdürdükleri “küresel kalkınma hamisi” rolünden sessiz sedasız ama kararlı bir şekilde vazgeçiyor. Washington merkezli Küresel Kalkınma Merkezi’nin (CGD) yayınladığı çarpıcı araştırma, ABD ve Japonya’nın da aralarında bulunduğu dünyanın en zengin 24 ülkesinin, yoksul uluslara yönelik yardım ve kalkınma politikalarında frene bastığını, hatta geri vitese taktığını ortaya koydu.
Peki, II. Dünya Savaşı sonrası kurulan ve “refahın paylaşılması” ilkesine dayanan küresel düzen neden çatırdıyor? Zenginlerin kendi kabuklarına çekilmesi, Afrika ve Asya’nın kırılgan ekonomileri için bir ölüm fermanı mı, yoksa Çin gibi alternatif güçlerin sahneye çıkması için bir fırsat mı? Gelişmiş ülkelerin savunma sanayiine akıttığı milyarlar, açlıkla mücadeleden mi kesiliyor? Bu soruların cevabı, sadece ekonomi sayfalarını değil, önümüzdeki on yılın jeopolitik haritasını da ilgilendiriyor.
Kalkınmaya bağlılık endeksi ve Batı’nın irtifa kaybı
Küresel Kalkınma Merkezi (CGD) tarafından iki yılda bir hazırlanan “Kalkınmaya Bağlılık Endeksi” (Commitment to Development Index – CDI), dünyanın en büyük 38 ekonomisini mercek altına alıyor. Bu endeks, ülkeleri sadece verdikleri nakit para miktarına göre değil; kalkınma finansmanı, yatırım politikaları, göç, ticaret, çevre, sağlık, güvenlik ve teknoloji transferi gibi 100’den fazla veri noktasında değerlendiriyor. Amaç, bir ülkenin politikalarının yoksul ülkeleri ne kadar desteklediğini veya engellediğini ölçmek.
Perşembe günü yayınlanan son rapor, genel tablonun karanlık olduğunu gösteriyor. Listenin zirvesinde, geleneksel olarak sosyal refah devleti anlayışını benimseyen İskandinav ülkeleri ve Orta Avrupa güçleri yer alıyor: İsveç, Almanya, Norveç ve Finlandiya. Bu ülkeler, şimdilik “kalkınma kalesi” olarak konumlarını koruyor. Ancak listenin geri kalanı ve genel eğilim, endişe verici bir geri çekilmeyi işaret ediyor.
Tavsiye Edilen Haberler
Trump etkisi ve ABD’nin sert düşüşü
Raporun en dikkat çekici kısımlarından biri, dünyanın en büyük ekonomisi ABD’nin performansındaki düşüş. ABD, son raporda iki basamak gerileyerek 28. sıraya düştü. Ancak uzmanlar, bu düşüşün henüz “buzdağının görünen kısmı” olduğu konusunda uyarıyor. Çünkü mevcut veriler, Donald Trump’ın başkanlık koltuğuna oturduktan sonra açıkladığı milyarlarca dolarlık yardım kesintilerini tam olarak yansıtmıyor.
CGD Kıdemli Politika Uzmanı Ian Mitchell, durumu “Trump yönetiminin yaptığı değişiklikler çok önemli ve yıkıcı potansiyele sahip” sözleriyle özetliyor. Trump’ın, ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) bütçesini kısıp ajansın bazı faaliyetlerini sonlandırma kararı, Amerikan dış politikasında “Yumuşak Güç” (Soft Power) döneminin bitip, tamamen ticari çıkarlara odaklı bir dönemin başladığının kanıtı olarak görülüyor.
Savunma harcamaları kalkınmayı yutuyor
Raporda öne çıkan bir diğer kritik eğilim, “tercihlerin değişmesi”dir. Gelişmiş ekonomilerin birçoğu, artan jeopolitik gerginlikler ve savaş tehditleri (Ukrayna savaşı, Orta Doğu’daki çatışmalar) nedeniyle bütçelerinde aslan payını savunma sanayiine ayırmaya başladı. Silahlanmaya ayrılan her dolar, aslında Afrika’da bir su kuyusundan, Asya’da bir aşı kampanyasından veya Güney Amerika’da bir eğitim projesinden kesilen kaynak anlamına geliyor.
Rapor, silah ihracatının arttığını, buna karşılık ticaret engellerinin ve gümrük duvarlarının yükseldiğini belgeliyor. Yani zengin ülkeler, yoksul ülkelere yardım etmek yerine onlara silah satmayı ve onların ürettiği mallara gümrük vergisi koymayı tercih ediyor. CGD, “Genel eğilim geriye doğru gidiyor; fosil yakıt sübvansiyonları artarken, adil ticaret imkanları daralıyor” tespitiyle küresel ikiyüzlülüğe dikkat çekiyor.
Birleşik Krallık’ın geçici yükselişi ve yaklaşan çöküş
Birleşik Krallık, listede şaşırtıcı bir şekilde iki basamak yükselerek 5. sıraya yerleşti. Ancak analistler, bunun “yanıltıcı bir bahar” olduğu konusunda hemfikir. Çünkü bu veri, İngiliz hükümetinin dış yardım bütçesinde %40’a varan kesintileri duyurmasından hemen önceki dönemi kapsıyor. Brexit sonrası içine kapanan ve ekonomik daralma yaşayan İngiltere’nin, önümüzdeki endeks raporlarında sert bir düşüş yaşaması ve “Küresel Britanya” iddiasından uzaklaşması bekleniyor.
Çevre ve göç: Tablonun aydınlık yüzü mü?
Raporun sunduğu nadir olumlu verilerden biri çevre ve göç alanında. Araştırma, 2019-2023 yılları arasında incelenen zengin ülkelerin dörtte üçünden fazlasının sera gazı emisyonlarını azalttığını ortaya koydu. Batı dünyası, kendi evini temizleme konusunda ilerleme kaydediyor. Ancak Çin’deki emisyon artışı, küresel toplamı yukarı çekmeye devam ederek bu kazanımları gölgeliyor.
Ayrıca, artan küresel çatışmalara paralel olarak daha fazla ülkenin göçmen ve mülteciye ev sahipliği yaptığı belirtiliyor. Ancak bu durum, gönüllü bir “kalkınma desteği”nden ziyade, zorunlu bir insani kriz yönetimi olarak okunabilir.
G20 zirvesi ve sembolik kopuş
Bu raporun zamanlaması, diplomatik açıdan oldukça manidar. Güney Afrika, bu hafta sonu G20 Liderler Zirvesi’ne ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. Bu, Afrika kıtasında düzenlenen ilk G20 zirvesi olması açısından tarihi bir önem taşıyor. Ancak “Önce Amerika” politikasını benimseyen Donald Trump’ın, Afrika’daki bu zirveye katılmayacak olması, Batı’nın “Küresel Güney”i (Global South) ne kadar ciddiye aldığına dair soru işaretlerini derinleştiriyor. Dönem başkanlığının ABD’ye geçecek olması ise ironik bir tablo oluşturuyor; kalkınmadan en çok geri çekilen ülke, kalkınma gündemini belirleyecek koltuğa oturacak.
Türkiye’nin konumu: Batı çekilirken boşluğu kim dolduruyor?
Bu rapor ve küresel eğilim, Türkiye için stratejik bir önem taşıyor. Türkiye, raporda bahsi geçen “zenginler kulübü”nün (OECD’nin en zenginleri) klasik bir üyesi gibi davranmıyor. Aksine, Türkiye uzun yıllardır “Gayrisafi Milli Hasılasına oranla en çok insani yardım yapan ülke” unvanını elinde bulunduruyor.
Batı dünyası ve zengin kuzey ülkeleri, bütçe kısıtlamaları ve “yardım yorgunluğu” ile içine kapanırken, Türkiye’nin TİKA, Kızılay ve sivil toplum kuruluşları aracılığıyla Afrika, Balkanlar ve Orta Asya’daki varlığı daha da görünür hale geliyor. Zengin ülkelerin “nakit akışını çok taraflı borç verenler (IMF, Dünya Bankası) aracılığıyla sağlama” kolaycılığına kaçtığı bir dönemde, Türkiye’nin sahada doğrudan proje üreten yaklaşımı, Ankara’nın “yumuşak gücünü” artırıyor.
Ancak riskler de mevcut. Batı’nın kalkınma finansmanından çekilmesi, Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomilerin ihracat pazarlarını (özellikle Afrika ve Orta Doğu’da) zayıflatabilir. Ayrıca, Batı’nın bıraktığı boşluğu Çin’in “Kuşak ve Yol” girişimiyle agresif bir şekilde doldurması, Türkiye’nin etki alanında yeni bir rekabet ortamı yaratıyor.
Bencil yüzyılın başlangıcı
CGD’nin raporu, sadece istatistiksel bir veri seti değil, modern dünyanın ahlaki pusulasının bozulduğunun belgesidir. “Kalkınma”, sadece zenginlerin fakirlere sadaka vermesi değildir; küresel güvenliğin, salgın hastalıkların önlenmesinin ve kitlesel göçün yönetilmesinin sigortasıdır.
Zengin ülkelerin, kendi sınırlarına duvar örüp, ticaret engelleri koyup, bir yandan da savunma bütçelerini şişirmesi, kısa vadeli bir “güvenlik” illüzyonudur. Yoksulluğun derinleştiği bir dünyada, hiçbir ülke -ne kadar zengin olursa olsun- huzur içinde yaşayamaz. ABD ve müttefiklerinin bu geri çekilişi, küresel liderliğin el değiştirdiğinin ve dünyanın çok daha kutuplu, çok daha rekabetçi ve ne yazık ki çok daha az merhametli bir “Bencil Yüzyıl”a girdiğinin habercisidir.
Kaynak: Reuters, Center for Global Development

