Brezilya’nın Belém kentinde düzenlenen COP30 İklim Zirvesi, bilimsel gerçeklik ile küresel siyasi irade arasındaki derin uçurumu bir kez daha gözler önüne serdi. TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, zirvenin temel misyonu olan fosil yakıtlardan adil çıkış, emisyon azaltımı ve adil iklim finansmanı gibi yaşamsal konularda somut ve bağlayıcı bir ilerleme kaydedilemediğini belirterek zirveyi sert bir dille eleştirdi. TEMA’ya göre, “Hakikat ve Uygulama” temalarıyla yola çıkılan bu zirve, yıllardır süregelen gecikme ve sermaye çıkarlarını önceleyen bir zemine dönüşme eğilimini sürdürdü.
Peki, dünyanın geleceğini belirlemesi gereken bir zirveye 1.600’den fazla fosil yakıt lobicisinin katılımı, müzakere süreçlerinin meşruiyetini nasıl etkiledi? Küresel sıcaklık artışını 1,5°C ile sınırlama hedefi için gerekli olan %60 emisyon azaltımı hedefine karşılık, sadece %12’lik düşüş öngörülmesi ne anlama geliyor? Türkiye’nin 2026’da COP31’e ev sahipliği yapacak olması, ülkeye iklim politikalarını kökten değiştirme konusunda nasıl bir sorumluluk yüklüyor?
Fosil yakıt lobileri çözümün önündeki en büyük engel
COP30’un en tartışmalı yönü, iklim değişikliğiyle mücadeledeki ilerlemeyi değerlendirmesi gereken bir platformda, 1.600’den fazla fosil yakıt lobicisinin etkili bir aktör olarak yer alması oldu. TEMA Vakfı Başkanı Ataç, “Dünyanın geleceğini yakından ilgilendiren bir süreçte, fosil yakıt lobilerinin bu derece belirleyici bir aktör haline gelmesi kabul edilemez” diyerek duruma tepki gösterdi.
Petrol ve gaz üreticisi ülkelerin yoğun baskısı sonucunda, zirvenin resmi sonuç bildirgesi olan Mutirão metninden fosil yakıtlara dair bağlayıcı tüm ifadeler çıkarıldı. Bu durum, COP28’de kabul edilen ve zaten zayıf bulunan “enerji sistemlerinde fosil yakıtlardan uzaklaşma” kararının bile gerisine düşüldüğünü gösteriyor. Fosil yakıt çıkarlarının, küresel mücadelede yeni ve bağlayıcı bir yol haritası sunulmasının önündeki en büyük engel olduğu açıkça ortaya çıktı.
Tavsiye Edilen Haberler
-
-
-
-
Köşe YazarlarıNeden karbon depolama iklim krizini çözemez?
1,5°C hedefi için gerekli olan yüzde 60 azaltım kağıt üzerinde kaldı
Küresel sıcaklık artışını sanayi öncesi döneme göre 1,5°C ile sınırlandırma hedefi, zirvenin en temel amacı olsa da, ulusal katkı beyanlarına (NDC) ilişkin mevcut tablo alarm veriyor. Birleşmiş Milletler’in analizine göre, ülkelerin sunduğu yeni NDC’ler, 2035 yılına kadar küresel emisyonlarda yalnızca %12’lik bir düşüş öngörüyor. Oysa bilimsel veriler ve BM uzmanları, bu kritik hedefe ulaşılabilmesi için emisyonların aynı dönemde en az %60 oranında azaltılması gerektiğini vurguluyor.
Bu büyük uçurum, iklim müzakerelerinin geldiği noktadaki siyasi tıkanıklığın en somut kanıtıdır. Ataç, Türkiye’nin sunduğu İkinci Ulusal Katkı Beyanı’nı (NDC 3.0) da benzer bir çelişki barındırdığı için eleştirdi: Türkiye’nin emisyonları 2023’e kıyasla 2035’te aslında %16 artacakken, hedefin kamuoyuna “%41 azaltım” olarak sunulması, yanıltıcı bir iklim politikası algısı oluşturuyor ve gerçek dönüşümün ertelenmesine yol açıyor.
İklim finansmanında yetersizlik ve erteleme sorunları
Zirvenin bir diğer hayati başlığı olan iklim finansmanı konusunda da ciddi bir yetersizlik ön planda kaldı. Küresel Güney ülkeleri, iklim değişikliğine uyum sağlamak için 2035 yılına kadar yıllık yaklaşık 300 milyar dolar finansman talep ederken, COP30’da kabul edilen finansman düzeyi 120 milyar dolar ile bu talebin çok gerisinde kaldı. Ayrıca, mevcut finansman hedefi 2030’dan 2035’e ertelenerek, kriz karşısında sorumlulukların görmezden gelinmesi ve gerekli uyum politikalarının geciktirilmesi anlamına geldi.
Ataç, emisyonlar hızla düşmeden uyum politikalarının etkili olamayacağını belirterek, uyum için gerekli finansmanın ertelenmesinin, krize karşı sorumlulukların hiçe sayılması olduğunu ifade etti.
Adil geçiş söylemde kaldı: Kritik mineraller göz ardı edildi
Zirvede yer alan “Adil Geçiş Mekanizması”nın, sadece bir söylem olarak kalması ve bu mekanizma için herhangi bir somut finansman ayrılmaması ciddi bir zafiyet yarattı. Afrika ve Küresel Güney ülkelerinin enerji dönüşümü için hayati olan kritik minerallerin çıkarılmasıyla ilgili ağır sosyal ve çevresel risklerin karar metnine eklenmesi yönündeki talepleri de Çin ve Rusya’nın itirazları sonucu tamamen metinden çıkarıldı.
Bu durum, enerji dönüşümünün temel ilkesi olan temiz ve yenilenebilir kaynaklara yönelmenin, denetimsiz madencilik faaliyetlerinin doğa ve insanlar üzerindeki yıkıcı etkilerini görmezden gelerek sosyal adalet açısından büyük bir boşluk yarattığını gösteriyor. Kongo gibi ülkelerde yaşanan ciddi hak ihlallerinin görünmez kılınmasına yol açan bu eksiklik, adil bir küresel mücadele için ciddi bir engel teşkil etmektedir.
Türkiye’nin COP31 ev sahipliği ve tarihi fırsat
COP30’un Türkiye açısından en önemli sonucu, COP31’e 2026 yılında Antalya’da ev sahipliği yapacak olmasıdır. Bu ev sahipliği, Türkiye için ulusal iklim politikalarını şeffaf, adil ve bilime uygun bir şekilde güçlendirmek adına kaçırılmaması gereken tarihi bir fırsattır.
Ataç, “Türkiye’nin ev sahipliği; bilime uygun, adil, şeffaf ve kömürden çıkışı içeren gerçek bir iklim politikası açıklamak için kaçırılmaması gereken bir fırsat” dedi. Türkiye, bu zirve sayesinde sadece uluslararası arenada görünürlük kazanmakla kalmayacak, aynı zamanda fosil yakıtlardan kararlılıkla çıkış stratejilerini başlatma ve iklim eylemini hızlandırma sorumluluğunu da üstlenecektir. COP31, TEMA Vakfı’nın da vurguladığı gibi, gönüllü taahhütler yerine, somut ve bağlayıcı kararlar alarak gerçek bir dönüşüm iradesini ortaya koymak için son şanstır.
Siyasi isteksizliğin bedeli ve halkların çağrısı
COP30’da ortaya çıkan tablo, iklim krizinin aciliyetine rağmen, küresel karar vericilerin siyasi isteksizliğinin ve sermaye çıkarlarına teslimiyetinin bir sonucu olarak özetlenebilir. Fosil yakıt lobilerinin gölgesinde kalan zirve, 1,5°C hedefini kâğıt üzerinde bırakmış ve uyum için gerekli finansmanı ertelemiştir. Bu, tüm gezegen, doğa ve gelecek nesiller adına büyük bir gecikme ve sorumluluktan kaçıştır.
Ancak TEMA Vakfı’nın değerlendirmesinde de belirtildiği gibi, zirve boyunca yerli halklar ve sivil toplum örgütleri, fosil yakıtlardan çıkış ve hak temelli politikalar için güçlü çağrılarda bulunmuştur. COP31’e Türkiye’nin ev sahipliği yapacak olması, ülkeye bu halkların ve sivil toplumun sesini merkeze koyan, şeffaf ve adil bir iklim politikası oluşturma konusunda tarihi bir kapı açmaktadır. Türkiye, bu fırsatı kaçırmamalı ve bilimle uyumlu, kömürden çıkışı içeren gerçekçi bir eylem planını tüm dünyanın gözü önünde hayata geçirmelidir.
Kaynak: TEMA Vakfı Basın Açıklaması, Birleşmiş Milletler (BM) Analizleri, TÜİK Verileri.





