İklim krizi ile mücadelede önemli bir umut ışığı olarak görülen yeraltı karbon depolama teknolojisinin, düşünülenden çok daha sınırlı kapasiteye sahip olduğu ortaya çıktı. Bu durum, Paris İklim Anlaşması hedeflerine ulaşmak için geliştirilen stratejilerin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini gösteriyor.
Peki bu sınırlı kapasite, küresel ısınma ile mücadelede nasıl bir değişiklik yaratacak? Türkiye gibi ülkeler için bu gelişme ne anlama geliyor ve karbon depolama teknolojisine dayalı iklim planları ne kadar gerçekçi?

Şok edici araştırma bulgları
Avusturya merkezli Uluslararası Uygulamalı Sistem Analizi Enstitüsü (IIASA) tarafından yürütülen ve Nature dergisinde yayımlanan çığır açan araştırma, dünyanın güvenli karbon depolama kapasitesinin sadece 1.460 gigaton karbondioksit olduğunu ortaya koydu. Bu rakam, daha önce endüstri tarafından öne sürülen 10.000-40.000 gigaton tahminlerinin neredeyse on katı daha düşük.
Araştırmacılar, bu dramatik düşüşün nedenini risk faktörlerinin hesaplanmasına bağlıyor. İlk hesaplamalarda dünyanın fiziksel depolama rezervi 11.800 gigaton olarak belirlenmişti. Ancak deprem riskli bölgeler, nüfus yoğunluğu yüksek alanlar, korumalı bölgeler ve siyasi erişim engelleri göz önünde bulundurulduğunda, bu rakam 1.460 gigatona düştü.
Tavsiye Edilen Haberler
-
-
-
-
Köşe YazarlarıNeden karbon depolama iklim krizini çözemez?
Bu sınırlı kapasitenin tamamı atmosferden karbon çekmek için kullanılsa bile, küresel ısınmayı yalnızca 0,7°C azaltabilecek. Halbuki mevcut trendler, bu yüzyılda küresel ısınmanın 3°C’ye kadar çıkabileceğini gösteriyor.

Mevcut durum ve gelecek projeksiyonları
Bugün karbon yakalama ve depolama teknolojileri yılda sadece 49 milyon ton CO2 temizliyor, planlanan ek kapasite ise 416 milyon ton seviyesinde. Paris Anlaşması hedeflerine ulaşmak için bu rakamın 2050 yılına kadar yılda 8,7 gigatona çıkması gerekiyor ki bu mevcut kapasiteden 175 kat daha fazla.
Araştırmanın eş yazarı Imperial College London’dan iklim bilimci Joeri Rogelj, karbon depolamanın artık “sınırsız bir çözüm” olarak görülemeyeceğini vurgulayarak, “Jeolojik depolama alanının, insanlık için güvenli bir iklim geleceğine izin verecek şekilde sorumlu bir şekilde yönetilmesi gereken kıt bir kaynak olarak düşünülmesi gerekiyor” dedi.
Öte yandan, depolanan CO2’nin yüzeye sızması durumunda yeraltı sularında karbonik asit oluşabileceği ve bu asidin toksik metalleri çözerek insan sağlığına ve çevreye zarar verebileceği uyarısı yapılıyor.
Küresel coğrafyada kazanan ve kaybedenler
Araştırma, karbon depolama kapasitesi açısından ülkeler arasında büyük farklılıklar olduğunu ortaya koyuyor. Endonezya, Brezilya ve Afrika’nın bazı bölgeleri yüksek ve istikrarlı depolama kapasitesine sahipken, bu ülkelerin çoğu tarihsel olarak küresel emisyonlara az katkıda bulunmuş durumda.
Bu durum, yüksek karbon emisyonu üreten zengin ülkelerin, karbonlarını depolama yükünü bu ülkelere yükleyebileceği endişelerini artırıyor. IIASA’dan araştırmacı Matthew Gidden, “İklim değişikliğine neden olanlar ile o karbonu gerçekten temizlemek zorunda kalanlar arasında kazanan ve kaybedenler olacak” diyerek bu adaletsizliğe dikkat çekti.

Kuzey Denizi bölgesi, mevcut teknoloji ve altyapı avantajları sayesinde karbon depolama projelerinin merkezinde yer alıyor. Norveç, Danimarka, Hollanda ve Belçika gibi ülkeler, sınır ötesi karbon taşımacılığı için çeşitli mutabakat zaptları imzalayarak bu alanda işbirliğini güçlendiriyor.
Türkiye’nin karbon depolama perspektifi
Türkiye’nin jeolojik yapısı ve coğrafi konumu, karbon depolama potansiyeli açısından dikkat çekici fırsatlar sunuyor. Ülkenin Akdeniz ve Karadeniz havzalarındaki sedimanter formasyonlar, gelecekte karbon depolama projeleri için değerlendirilebilecek alanlar olarak öne çıkıyor. Özellikle doğalgaz ve petrol çıkarılan sahalar, karbon depolama için uygun jeolojik yapılara sahip olabilir.
Türkiye’nin 2053 net sıfır hedefi doğrultusunda, çimento, demir-çelik ve petrokimya gibi ağır sanayilerde karbon yakalama teknolojilerinin devreye alınması planlanıyor. Bu sektörlerdeki emisyonların önemli bir kısmının yerli jeolojik formasyonlarda depolanması, hem iklim hedeflerine katkı sağlayacak hem de teknoloji transferi fırsatları yaratacak.
Teknolojik zorluklar ve çözüm arayışları
Karbon yakalama ve depolama teknolojilerinin ölçeklendirilmesi konusunda önemli zorluklar bulunuyor. Amerika’da yapılan araştırmalar, CCS projelerinin %80’den fazlasının başarısızlıkla sonuçlandığını gösteriyor. Özellikle enerji sektöründeki projelerde başarısızlık oranı %90’a kadar çıkıyor.
Bu yüksek başarısızlık oranlarının ana nedenleri arasında yüksek maliyetler, teknik problemler, finansman zorlukları ve uzun geliştirme süreçleri yer alıyor[14][16]. Örneğin, Mississippi’deki Kemper County projesi, başlangıçta 2,4 milyar dolar olarak planlanan bütçesi 7,5 milyar dolara çıktıktan sonra iptal edilmek zorunda kaldı.
Buna rağmen, son yıllarda teknolojideki gelişmeler ve artan yatırımlarla birlikte sektör yeni bir dönemeçte bulunuyor. DNV’nin son raporuna göre, karbon yakalama ve depolama kapasitesinin 2030 yılına kadar dört kat artması bekleniyor.

Uluslararası işbirliği ve politika gereklilikleri
Karbon depolamanın sınırlı kapasitesi, uluslararası işbirliğinin önemini daha da artırıyor. Avrupa Birliği’nin Net Sıfır Endüstri Yasası, petrol ve gaz üreticilerinin 2030 yılına kadar yılda 50 milyon ton CO2 enjeksiyon kapasitesine katkıda bulunması yükümlülüğü getiriyor.
İngiltere’nin AB’den ayrılması sonrasında, Avrupa’nın en büyük depolama kapasitesine sahip ülkelerden birinin AB dışında kalması, bölgesel karbon depolama stratejilerini yeniden şekillendirmeyi gerektiriyor. Bu durum, sınır ötesi karbon taşımacılığı için yeni yasal çerçevelerin geliştirilmesi ihtiyacını doğuruyor.
Norveç-İsviçre arasında imzalanan anlaşma, Paris Anlaşması’nın 6. maddesi kapsamında sanayileşmiş ülkeler arasındaki ilk karbon depolama işbirliği örneğini oluşturuyor. Bu tür ikili anlaşmalar, gelecekte küresel karbon depolama pazarının temellerini atan önemli adımlar olarak değerlendiriliyor.
Ekonomik boyut ve yatırım ihtiyaçları
Karbon depolama teknologilerinin ölçeklendirilmesi için önümüzdeki beş yıl içinde yaklaşık 80 milyar dolar yatırım gerektiği öngörülüyor. Bu yatırımların üçte ikisinin Kuzey Amerika ve Avrupa’da gerçekleşmesi bekleniyor.
Teknolojideki gelişmeler ve artan kapasite sayesinde, karbon depolama maliyetlerinin 2030 yılına kadar %14 oranında düşmesi öngörülüyor. Bu maliyet düşüşü özellikle yakalama teknolojilerindeki sermaye maliyetleri ile taşıma ve depolama maliyetlerindeki azalmadan kaynaklanacak.
Enerji Geçiş Komisyonu’nun analizine göre, dünya 2050 yılında yılda 7-10 gigaton CO2 yakalamak ve depolamak zorunda kalacak ki bu bugünkü 40 milyon tondan yaklaşık 250 kat daha fazla. Bu muazzam artış, hem teknolojik hem de finansal açıdan büyük bir meydan okuma oluşturuyor.
Sonuç
Bu çığır açan araştırma, karbon depolama teknolojisinin iklim krizi ile mücadelede önemli ama sınırlı bir rol oynayacağını net bir şekilde ortaya koyuyor. 1.460 gigaton gibi sınırlı bir kapasiteyle, bu teknolojinin tek başına iklim hedeflerine ulaşmak için yeterli olmadığı anlaşılıyor. Bu durum, fosil yakıt kullanımının hızla azaltılması ve yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişin daha da acil hale geldiğini gösteriyor.
Kaynak: Nature, IIASA (International Institute for Applied Systems Analysis)
Fotoğraf: Andrew Nupher





